Chapter XXXVII

115 24 22
                                    

Handan ayrıldıklarında Yeosang Jules'ün atının asabi olduğu konusunda yalan söylediğini anlamıştı. Bu at gayet uysal ve çevikti. Diana kadar güçlü ve hızlı değildi ama yine de ondan daha itaatkâr ve daha uysaldı. Onları kısa sürede kasabadan uzaklaştırıp tekrar Domnu sınırına doğru kırsal alana getirmeyi başarmıştı. O dizginlere var gücüyle asılırken Wooyoung iki kolunu da genç prensin beline sarmış başını ise sırtına yaslamıştı.

Yeosang ilk defa çıplak ayakla üzengiye basıyor binici takımı olmadan ata bindiği için kendini çok tehlikeli ve yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissediyordu. Ancak o an gitgide Port Vieux'ye doğru sorunsuzca ilerlerken ve Wooyoung'la birlikteyken her şey doğru hissettiriyordu.

Mutluydu, özgür hissediyordu ve bu sadece başlangıçtı. Yakında onunla yeni bir sayfa açacak, hayatları birlikte yeniden başlayacaktı.

Sabah tekrar yola çıktıklarından beri sadece yol alıyorlardı. Aradan saatler geçmişti. Domnu sınırına nihayet gelmişlerdi. Yol sorunsuz geçmişti. Saatlerdir hiç mola vermemişlerdi.

Wooyoung omzundan dürtmese Yeosang uyuya kalana kadar yola devam edecekti. "Şurada mola verelim." dediğinde genç prens yavaşça dizginleri çekti ve atı durdurdu.

Tıpkı Wooyoung ile birlikte saraydan ilk çıktıkları günküne benzer bir manzaraya sahip kırsal bir alanda durduklarında Yeosang Wooyoung'un attan inmesine yardımcı oldu ve genç prens o an taze yeşil çimlere hayatında ilk defa çıplak ayağıyla dokunduğunda içinde tuhaf bir his uyandı.

Yemyeşil çimler ayaklarını gıdıklarken Yeosang gülümsedi ve üzerlerine sırt üstü uzanırken kokusunu özgürce içine çekti. Ağaçlar hiç bu kadar titrek, otların kokusu hiç bu kadar etkileyici olmamıştı; dallardaki kuşlar hiç bu kadar hoş bir uykuya dalmamışlardı; evrensel dinginliğin bütün armonileri aşkın içsel müziğiyle hiç böylesine mükemmel bir uyum içinde olmamıştı. Yeosang hiçbir zaman kendinden bu kadar geçmemiş, bu kadar mutlu ve aşk sarhoşu olmamıştı.

Wooyoung hemen yanına uzandı. Havada tatlı bir yaz meltemi vardı. Hava bulutluydu ve güneş yavaştan batıyordu. Neredeyse gelmişlerdi. Çok az kalmıştı.

Yakında her şey bitecekti.

"Teşekkürler, Wooyoung." dedi genç prens gülümseyerek.

"Ne için?"

"Sen olmasaydın asla yürüyerek şehre bu kadar yaklaşamazdık."

"Benim de sonradan aklıma geldi." dedi Wooyoung. "Bunun bir fırsat olduğunu düşündüm. O herifin gerçekten bana istediğim her şeyi vereceğini beklemiyordum."

"Dansına bayıldım." dedi Yeosang gülümseyerek.

Wooyoung mahcup bir şekilde güldü ve ellerini pembeleşen yanaklarına yerleştirdi. "Gerçekten mi?"

"Evet." dedi Yeosang. "Kalbime dokundu."

Wooyoung o an Yeosang'ın gözlerinin daldığını fark etti. Sanki derin düşüncelere dalmıştı. Yüzünde tarif edilemez bir gülümseme vardı. Bir anda sırt üstü yattığı yerde yana döndü ve Wooyoung'a baktı.

Ağzı hiçbir şey söylemiyordu ancak bu konuşmadığı anlamına gelmiyordu. Beyaz parmakları Wooyoung'un esmer parmaklarına kenetlendi ve gülümsedi.

"Buradan gitmek için sabırsızlanıyorum." dedi Yeosang.

Wooyoung yüzündeki sıcak gülümsemeyle sordu. "İlk nereye gitmek istersin?"

"Yeni İngiltere'ye." dedi Yeosang. "Atlantik'in karşısında, Amerika'da."

"O halde," Wooyoung genç prensin beyaz eline bir öpücük verdi. "Kaptandan Yeni İngiltere'ye iki bilet isteyeceğiz."

Merry-Andrew&Betrayer || woosangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin