Chapter VIII

145 26 10
                                    

Üç saatlik keman dersinin ardından Yeosang parmaklarını hissetmiyordu. Neyse ki Maestro Nicholas daha fazla şikâyet etmemiş ve gelişme kaydettiğin söylemişti. Anne ve babasından daha fazla laf duymak istemediği için bu sefer konçertoyu bitirmişti. Neyse ki öğle yemeğinden sonraki zamanı akşam yemeğine kadar boştu. Genç prens kafasını dağıtmak için saray ahırlarına gitmeye karar vermişti. Her günü aldığı derslerle geçtiği için her zaman kendi için boş vakti bulamıyordu. Bu yüzden böyle zamanlarda her anını iyi değerlendirmeliydi.

"İyi günler, Majesteleri." ahırların önündeki görevli Yeosang'ın önünde hafifçe eğildi. Genç prens başıyla selam verdi.

Her ne kadar buraya ahır dense de saray ahırları devasa bir alana kurulmuştu. Bütün kraliyet atları burada büyük bir özenle bakılır ve sağlıklı bir şekilde yetiştirilir ve eğitilirlerdi. Hepsi kraliyet ailesine yakışır bir şekilde temiz, asil ve güçlü atlardı.

"Bir yere mi gidiyorsunuz?" diye sordu adam.

Yeosang gülümsedi. "Evet Bay Carroll, Diana'yla biraz dolaşacağım."

Biraz ilerleyip babasının beyaz atının önünde durdu genç prens.

"Selam, Orthrus. Bugün iyi görünüyorsun."

Genç prens hızla kendi atının yanına doğru yürüdü ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle başını okşamaya başladı. "Diana!"

Beyaz kraliyet atı onu gördüğüne sevinmiş gibi aniden ayaklanıp kendini sevdirmeye başladı. Yeosang nazikçe atın dizginlerinden tuttu ve başını okşamaya devam etti. "Biraz dolaşalım mı, kızım?"

Az önceki görevli adam genç prensin yanına geldi. "İzin verin efendim sizin için atınız hazırlayayım. Dilerseniz Sir Arthur ile ava katılabilirsiniz."

Yeosang tiksintiyle yüzünü buruşturdu. Av kadar saçma bir şey yoktu. Yeosang kuşları avlamayı veya kafese koymayı değil değil onların sesini dinlemeyi daha çok seviyordu. "Hayır, teşekkürler. Yalnız dolaşacağım." Beyaz saray atı ahırdan çıkarıldığında genç prens tek bir hamle ile eyere bindi. "Gidelim Diana." Dizginlere asılmadan önce son bir kez seslendi. "Teşekkürler Bay Lavoie!"

Beyaz kraliyet atı büyük bir hızla koşmaya başladığında Yeosang derin bir nefes alıp tenini okşayan rüzgârları hissetti. Bu an özgür hissettiği sayılı anlardan biriydi. Diana kelimenin tam anlamıyla en iyi arkadaşıydı. Yeosang o hızla ilerlerken atın yelesini okşadı ve bildiği güvenli yere doğru yol aldı. Şu an hiç kimsenin olmadığı bir yere ihtiyacı vardı.

Beyaz kraliyet atı sanki genç prensin ne istediğini biliyormuş gibi Yeosang'ın hiç yön vermesine gerek kalmadan onu direk çayıra götürüyordu. Yeosang uzun sarı saçlarını bir arada tutan toka rüzgârda uçup gitmiş ve hepsini dağıtmıştı. Genç prens gülümsedi. Bu his tarif edilemezdi. Sanki beyaz kraliyet atı o an rüzgârın kendisiydi. Açık çayıra geldiğinde nihayet nazikçe dizinleri çekti ve atını durdurarak, düzgün bir hamle ile üzerinden indi.

Güneş batmak üzereydi. Gün batımı buradan çok güzel görünüyordu. Yeosang yüzündeki büyük hayranlıkla etrafa bakarken bir yandan beyaz atın başını okşadı. "Zevklisin, Diana. Burası çok güzel."

Biraz daha ilerleyip boş bir alan buldu genç prens. Gün batımını izlemek için yere otururken Diana da onu taklit ederek çimlere yayıldı. Biraz nefes almak için bir iki saatliğine de olsa sarayın boğucu havasından kurtulmak çok iyi gelmişti. Derin nefes aldı genç prens. Çayırdaki, çimlerin ve çiçeklerin kokusu ciğerlerini nazik bir el gibi okşarken düşündü.

Tanrım... Sonsuza kadar böyle kalabilmek için ne yapmam gerek? Kimse yok mu? Özgürlüğümü alacak ve beni o saraydan kurtaracak biri. Herhangi biri...

Merry-Andrew&Betrayer || woosangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin