Chapter XXIII

133 30 30
                                    

Neredeyse karanlık çökmüştü. Ancak genç prens gözlerini tamamen açsa bile zifiri karanlık etrafını sarmaya devam ediyordu. Etrafından gelen bulanık uğultular gittikçe netleşirken ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Etraftaki hava sert ve boğucuydu. Nerede olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu.

Hissettiği bir diğer şey soğuktu. Her neredeyse burası buz gibiydi. İçeride kuru ve rahatsız edici bir soğuk vardı ve genç prens üşüyordu. Hissettiği başka bir şey de her neredeyse oturduğu yer sertti. Sırtı sert ve soğuk bir duvara yaslıydı

Hatırladığı son şey, Wooyoung'du. Acil durum kapısından dışarı çıkmış, saray sınırlarından kaçmak için Diana'yı bekliyorlardı.

Dışarıdan gelen uğultuların arasında Diana'nın sesi de vardı. Ama çok uzaktan geliyor ve o an içinde bulunduğunu tahmin ettiği odanın açık bir yerinden, dışarıdan geliyordu.

Yeosang başını kaldırdığı an başında ve bileklerinde keskin bir acı hissetti. Ellerini hareket ettirmeye çalıştığında tek hissettiği hafif bir zincir şıkırtısıydı. Ne olduğunu anlamak için yerinde dönüp çırpındığında paniklemeye başlamış, içini korku sarmalamıştı. Etrafına bakındı ama hala gözlerindeki şey her neyse hiçbir şey göremiyordu.

Elinde olan son çareye başvurdu. "Merhaba?" dedi herhangi bir cevap almayı umarak. "Orada kimse var mı?"

Odadan kıpırtıların ve hafif küçük seslerin geldiğini duyabiliyordu. Birilerinin burada olduğunun farkındaydı. Ama kimseden bir cevap alamadı. Yakınına uzanan bir çift el hissettiğinde artık görebiliyordu.

İçerisi hala karanlıktı. Loş bir ışık yayan birkaç gaz lambası güçbela bu soğuk taş duvarlarla kaplı odayı aydınlatmaya çalışıyordu. Genç prensin etrafındaki yüzleri seçmesi biraz zaman almıştı.

Silüetlerden bir tanesi tam karşısında duruyordu. İlk başta gerçekten kaçırıldığını zannettiği için yüreği ağzına geliyordu. Ta ki karşısında duran uzun boylu, siyah saçlı, onu karanlığa karışıp ayırt edilmesini çok zor kılan siyah bir takım giymiş, bakışları her zamankinden soğuk bakan Seonghwa'yı görene kadar.

Yeosang onu gördüğünde gözleri fal taşı gibi açıldı ve güçlükle konuşabildi. "S-Seonghwa?"

Ardından tekrar etrafa bakındı. Soğuk taş zeminin üstünde yer yer saman yığınları atılmıştı. Yeosang burayı tanıdı.

Burası Domnu Kulesi'ydi. Sarayın arka avlusunda bulunan bu eski bina Avallon tarihi boyunca pek çok farklı amaç için kullanılmış çok eski bir kuleydi. Aynı zamanda tarihte birkaç asil kanı taşıyan hanedan üyesinin de birtakım nedenlerden ötürü infaz edildiği yerdi.

Yüzünü görmeye alışık olduğu birkaç saray muhafızı da buradaydı. O an farkında varmıştı ki başı büyük beladaydı.

Başını çevirdiğinde arkasında duran iki muhafızı fark etti. Bir tanesi omuzlarından hafifçe tutuyor, genç prensin korkudan yapacağı herhangi bir ani harekete karşı tetikte bekliyordu.

"Beni neden buraya getirdiniz?" diye sordu bu sefer gerçekten bir cevap almayı umarak.

"Sakin olun, majesteleri." dedi arkasındaki muhafız sakin bir ses tonuyla. "Grandük Seonghwa Pendragon sizinle konuşmak istiyor. Görünen o ki burada büyük bir sorunumuz var."

Ona şimdiden grandük demeye başlamışlarsa bu gerçekten Seonghwa'nın kral ve kraliçe Kang-Mórríghan'dan sonra saraydaki en yetkili kişi olduğu anlamına geliyordu. Şu saatten sonra artık her şeyi yapabilirdi.

"Seonghwa!" Yeosang genç lorda seslendi. "Ne yapıyorsun? Bana cevap ver! Neden buradayız? Ne istiyorsun?"

Yerinde çırpınıp ellerini bileklerindeki kelepçelerden çaresizce kurtarmaya çalışırken Seonghwa sadece ona baktı ve sessizliğini sürdürdü.

Merry-Andrew&Betrayer || woosangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin