Chapter XIV

143 27 9
                                    

Hadi ama Mario! Efendine hizmet ederken en azından biraz gülümsemez misin?

Böyle demişti Herberd malikanesinin gözde hizmetçi hanımlarından biri. Malikanede beş-on tane hizmetçi vardı. Ama hiçbirinin sırtına Lord Herberd'ın Valensiyalı genç kölesine yüklendiği kadar iş yüklenmezdi. Hepsi maaşını doğru düzgün alan eli yüzü düzgün hür kadınlardı.

Amma duygusuz çocuk doğrusu. Onu hiç anlamıyorum.

Yine de hizmetçiler ona Leydi Catherine ve Lord Herberd'ın davrandığı kadar sert davranmazdı. Bu yüzden doğru düzgün ağzını açıp iki üç laf edebildiği tek insanlar onlardı.

Köle bile olsan, en azından sana düşen görev sorumluluklarını layıkıyla yerine getirmelisin. Eminim birazcık gülümsesen çok yakışıklı olursun. Efendin seni öyle görünce o da mutlu olacak.

Hemen ardından olanlar ona tek iyi davranan hizmetçilerin bu sözlerini büsbütün yalanlamıştı. Lord Herberd onu öyle mutlu görünce hiç mutlu olmamış aksine iyice sinirlenmiş ve aniden önündeki çocuğu elindeki bastonla ittirerek karşısından çekip kızgın bir şekilde sesini yükseltmişti.

Defol karşımdan, serseri! Şunu odaya sokma demedim mi sana, Bethy?! Al şunu karşımdan! Akşam yemeği bitene kadar tavan arasına at.

Hizmetçi alelacele yanlarına gelip küçük Wooyoung'un ellerinden tuttu. Efendim, zavallıcık iki gündür ağzına doğru düzgün bir şey almadı. Bilmelisiniz ki akşam yemeğinden az da olsa onun da payı var.

Tanrı aşkına kes sesini. Dua etsin ki hala bu malikanede kalmasına müsaade ediyorum. Bir de evcil köpek gibi besleyeceğim öyle mi? Eğer bir daha o şeytan yavrusunu yemek bitmeden aşağılarda görürsem akşam yemeğinden payını benim yumruğumdan alır ona göre!

Ardından bakışlarını Wooyoung'a çevirdi. Duydun mu beni, serseri? Bir işe yaradığın yok bari tavan arasında kal ve bizi rahatsız etme. O obur mideni ben doyuruyorum. Peki bir teşekkür alıyor muyum? Hayır! Hep ukala cevaplar, şeytani bakışlar. Bu akşam misafirlerimiz var. Akşama kadar yukarıdan çıtını duymayacağım yoksa bugün de akşam yemeği yok.

Ardından karısına dönüp sanki korkunç bir facia anlatır gibi bir ses tonuyla konuştu. Geçen sefer bu pis mahlûk tavan arasında şarkı söylüyordu. Ah, sesi bir baykuş gibi cırtlak. Onu duymadığın için şanslısın.

Genç köle soğuk tavan arasında kalırken iki belki üç gün öncesinden kalan artan yemeklerle beslenirdi. Hizmetçilerden bazıları ona gizlice yemek götürmeye çalıştığı zaman Herberd Wooyoung'un kaldığı tavan arasının kapılarını kilitlerdi.

Ama o genç köle sandıkları kadar duygusuz değildi. Üstünde buz gibi olmuş iki dirhem yemeğin olduğu tabağı ahşap sehpanın üstüne koydu. Onu azıcık bile olsa insan yerine koyup bir çatal bile koymamışlardı. Yemek için ağzına bir lokma götürürken elleri titredi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Tabağını yere düşürmesiyle beyaz porselen büyük bir gürültüyle parçalanıp kırıldı. Yanakları kızardı ve hıçkırıklara boğuldu.

Ağlamak o an ağzına iki soğuk ve bayat lokmanın girmesinden çok daha iyi gelmişti. Yine boş bir mideyle döktüğü yemekleri ve kırık tabak parçalarını yine o temizlemişti.

Tek dileği hayatı sona ermeden Lord Herberd'ın ölmemesiydi. Çünkü ona yatak olarak verdikleri o pis döşeğin üzerinde yattığı ve uykuya dalmayı beklediği her saniye bütün bunların bedelini Herberd'a nasıl ödeteceğini planlardı. Hiçbir köle bunu düşünmezdi. Onlar bu aşağılayıcı muameleleri hak ettiklerini zannederlerdi. Ama Wooyoung bunun hayalini kurduğu hiçbir vakit acı çekmezdi.

Merry-Andrew&Betrayer || woosangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin