Chapter XLIII

79 16 26
                                    

Sarayın en sol kanadındaki çıkıştan çıkmaya çalışan genç grandükün yanında, gece vakti, karanlık koridorda ilerleyen Lucianna korku içinde nefes alıyordu. Seonghwa'nın elindeki gaz lambasının ışığında ilerlerken "Dışarıdan hiçbir ses gelmiyor." diye mırıldandı Lucianna. "Sence her şey yolunda mıdır?"

"İsyanı neredeyse durdurdular sayılır." dedi Seonghwa. "Sadece seni şu saraydan sağ salim çıkarsak yeter."

"Mösyö, korkuyorum."

Seonghwa etrafına baktı ve Lucianna'nın işine yarayacak bir şey bulmaya çalıştı ancak tek bulabildiği dairenin çıkışındaki kıyafet askılığının üzerinde duran bir misket tüfeğiydi. "Bunu al," dedi Seonghwa genç kızın eline misket tüfeğini tutuşturarak.

Lucianna elindeki tüfeğe boş boş baktı. "Mösyö, bunu neden bana veriyorsunuz? Bunu nasıl kullanacağım ile ilgili hiçbir fikrim yok."

"Bak," Seonghwa bir iç çekti ve tüfeği tekrar eline aldı. "Bunu yolda sadece isyancı halktan biri sana yaklaşırsa kullanacaksın. Buradan tut." dedi sapını kızın eline tutuşturarak. "Diğer elini de şurada tut, tetiğin arkasında, gözün de hedefte olsun."

Lucianna karşıya doğru bakarken bir gözünü kapattı. "Hayır, iki gözünü de açık tut." dedi Seonghwa. "Şarjörü aç, yükle tetiği çek. Bu kadar."

Lucianna korku içinde başını iki yana salladı. "Mösyö, beni burada bırakmayın."

"Ben sadece önümüzde bir şey var mı diye bakıp geleceğim." dedi Seonghwa sakin bir şekilde güven verircesine. "Eğer ortalık temizse sana elimle işaret veririm. Beni görürsün."

Seonghwa karanlık koridorun sonuna doğru yürürken yavaşça ceketinin cebinden silahını çıkardı. Ortalık şimdilik temiz görünüyordu. Hiçbir ses yoktu. Yavaşça arkasını döndü ve duvarın ardında saklanan Lucianna'ya gelmesi için işaret etti.

Elindeki tüfeğe sımsıkı sarılmış Lucianna endişeyle yutkundu ve daha hızlı ve atik adımlar atabilmek için topuklularını çıkardı. İki gün önce nişanını bozduğu adamın yanında hâlâ geceliğiyle ortalıkta dolaştığı için yeterince utanıyordu ama o an korku, utanç duygusuna daha da ağır basıyordu.

Seonghwa derin bir nefes alarak duvardan köşeyi döndü ve arka avluya açılan sütunlarla çevrili bir koridora girdi. Buradan sonrası neredeyse çocuk oyuncağıydı. Ortalıkta kimsecikler gözükmüyordu. Çünkü halkın çoğu tepki çekmek ve toplu halde bir güç olmak için sarayın bahçesinde duruyordu. Sarayın yan çıkışında bekleyen tek kişi nöbetçi askerler ve kraliyet muhafızlarıydı. Onlar da zaten Seonghwa için bir tehdit arz etmiyordu.

Yani öyle düşünmüştü.

"Mösyö Alfredo Pendragon, Devrim Mahkemeleri namına lütfen silahınızı bırakın!" Seonghwa arka avluya bakan dış koridora girdiği an duyduğu sesle beraber korkuyla yerinden sıçradı. Karanlıkta ona seslenen silüeti ilk başta tam seçemese de bunun askerlerinden biri olduğunu anlayınca şoku ikiye katlandı. Ona doğru ellerindeki tüfeklerle koşan dört-beş askeri gördüğünde anlamıştı ki bunlar kendi adamlarıydı.

Seonghwa silahını bırakmadı ve doğrudan en öndeki askere doğrultarak yüksek ve stabil bir sesle konuştu. "Asker, Büyük Avallon Grandükü ve tümgenerali Alfredo Seonghwa Pendragon olarak senden silahını indirmeni emrediyorum. Tehdit arz etmiyorum. Neden silahımı indirmemi istediğinizi de anlamadım."

En öndeki asker Seonghwa'yla tam olarak aynı ses tonuyla, emirvari bir şekilde konuştu. "Sarayın Büyük Komün binasına el koyduk. Artık Devrim Mahkemesi olarak hizmet verecek. Saraydaki hiçbir sakinin de dışarı çıkmasına izin yok. Silahınızı indirin ve lütfen sarayda kalın."

Merry-Andrew&Betrayer || woosangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin