Chapter XXXIII

120 23 19
                                    

Ertesi sabahın erken saatlerinde saray hiç olmadığı kadar sessizleşmişti. Sanki bir yas ilan edilmişçesine hiçbir hizmetçi, hiçbir uşak, hiçbir güvenlik, sarayda yaşamını sürdüren hiçbir soylu sınıfından insan kral ve özellikle kraliçenin yanında çıtını çıkarmıyordu.

Sarayda Yeosang'a ait herhangi bir şeyi görmek artık Kraliçe Kang-Mórríghan'a dehşet vermeye başlamıştı. Odasındaki piyanosu, kemanı ve yayı, aynasının önündeki balerin figürlü müzik kutusu, nota defterleri, saç tokaları, parfüm şişeleri, saraydaki diğer soylulardan sanki bir torbacı gibi arakladığı sigara kutuları, etajerin üstündeki en son okuduğu kitaplar... Her şey her gün olduğu ve olması gereken yerdeydi.

Hayatı sadece Yeosang'ın dairesini temizlemekten ibaret olan genç prensin baş hizmetçisi Nancy nazikçe Kraliçe Kang-Mórríghan'ı omuzlarından tutarak odadan çıkardı.

"Madam, eşiniz buraya gelmemenizi rica etti. İsterseniz sizi buradan çıkaralım. Neden aşağıda kendi bahçenizde vakit geçirmiyorsunuz? İsterseniz avluda çay da içebilirsiniz. Size hemen bir çay getirmelerini isteyeceğim."

Kraliçe Kang-Mórríghan kollarındaki şalı omuzlarına örtüp kızaran gözleriyle burnunu çekti. "Hiçbir şey istemiyorum, Nancy. Hiçbir şey istemiyorum..."

Sadece üç günde rengi solmuş, yüzünde sivilceler ve saçında beyazlar çıkmaya başlamıştı. Saray hizmetçileri daha önce onu hiç bu kadar perişan halde görmemişti.

Kraliçe Kang-Mórríghan elbisesinin eteklerini toplayıp normalde çok büyük ve ağır olan ama devasa odanın içinde çok küçük bir yer kaplayan ahşap bir sandığın önüne çöktü. Kapağını kaldırdığı an açıldığında Yeosang'ın burayı kilitli tutmamasına şaşırdı.

İçindeki eski eşyaları deşeleyip içinden bir şeyler çıkarmaya başlarken yüzünde sevimli bir gülümseme belirdi. Eline aldığı oğlunun bir çift minicik patiğini onunla beraber yanına çöken Nancy'e gösterdi.

"Ah! Şunlara bak! Bu onun ilk patiğiydi. Doğduğu gün bunları giymişti."

Kraliçe Kang-Mórríghan elindeki açık mavi bebek patiklerini öptü. "Tanrım, bir ayak nasıl bu kadar küçük olabilir? İşte o kadar küçüktü, Nancy. Daha minicikti." Bir anda yüzünde buruk bir gülümseme belirirken Yeosang'ın zarif elleri, mavi dingin gözleri, yuvarlak başı, tertemiz dudakları, bütün bedeni bütün canlılığıyla gözlerinin önünde canlandı.

Halının üstünde emeklediği, şömineye her yaklaştığında ürküp ona bağırdığı, bahçedeyken minik elleriyle otları kopardığı, gece gündüz beşiğinde sadece ağladığı, eline aldığı her şeyi ağzına götürüp emmeye çalıştığı, boylu poslu kraliyet atlarına kocaman gözlerle ağzı açık mel mel baktığı, tadını beğenmediği her şeyi ağzından geri çıkardığı, doğum lekesinin yüzünde şimdi olduğundan çok daha büyük bir yer kapladığı ve onu güldürmenin, onu gülümsetmenin her şeyden kolay olduğu zamanları hatırlayınca Kraliçe Kang-Mórríghan'ın gözündeki yaşlar sessizce yanaklarından süzüldü.

Ardından başka bir küçük kıyafet çıkardı. İnce yünden bebek mavisi ve beyaz renklerdeki minicik bir kazağı Nancy'e gösterdi. "Bunu bebekken ona ben örmüştüm. Daha üç yaşındaydı."

Zavallı anne derin bir iç çekip sandıktan çıkardığı her şeyi göğsüne gömdü. "Ah, zavallı güzel oğlum! Cennetin temiz yürekli Meryem Ana'sı... Annelerin en yücesi... Bana oğlumu geri getirin! Bana James'imi geri getirin. Kutsal Meryem, yalvarırım koru onu! Onsuz ne gecem kalır ne gündüzüm, ne inancım kalır ne dinim! Ne olur onu bulun. Bebeğimi bana geri getirin! Güzel bebeğim... Yeosang'ım nerelerdesin?"

Merry-Andrew&Betrayer || woosangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin