Bölüm20
Dakikalardır aynı sayfadaydım. Kitabın aynı satırını defalarca okurken rüzgar tenime işliyordu. Odamın ışığı zar zor balkona ulaşıyor ve sarı yaprakları aydınlatıyordu.
Odaklanamıyordum, düşünceler zihnimi kemiriyordu.
Bir gün daha geçmişti ve Tuna büyükannemin dibinden ayrılmıyordu. Her ne kadar cezam sona erse de gidecek bir yerim yoktu. Dönüp dolaşıp kocaman odaya geri dönüyordum. Düğüm düğüm olmuş boğazıma elimi götürüp saatlerce manzarayı seyrediyordum.
Annemin Tuna'ya yaptıklarını duyduğumdan beri kendime gelemiyordum. Acım katlanmıştı. Gözlerimin önünde Tuna'nın yara içindeki göğsü beliriyor, hemen sonra da o kadınla olan kan bağımdan utanıyordum. İçimden gelen anneme gidip hesap sormaktı. Belki de bir özür duymalıydım mühürlediği dudaklarından.
Her şeye rağmen yapbozdaki birkaç parça eksikti. Annemin gerçek adı Asrın değildi ve bakıcılık yaptığı bir dönem olmamıştı. O zamanlar tek bildiğim bir dükkanda satış elemanı olarak çalıştığıydı. Bazen eve geç dönerdi, yoğun iş günlerinden biri olduğunu söylerdi ve elinde siyah çantasıyla odaya çıkardı. Yekta'ya döndüğümde onu yemeğini yerken görürdüm. Yeşillerini tabağından kaldırıp gülümserdi.
"Yemekten sonra oyun oynamak ister misin, Şafak? " derdi çocuksu sesiyle.
Annemi ve ardından henüz bitmemiş tabağını lavaboya döken babamı unutuverirdim. Onların kaçarcasına bizden uzaklaşmasını oyuncaklarım sayesinde unuturdum. Hevesle sırıttığımda Yekta yüzünü buruşturur ve eliyle ağzımı örterdi.
"Ağzının içindekileri görmek zorunda mıyım? "
Tüm bunları düşünmek bana Yekta'yı özlediğimi fark ettirdi. Elim doğruca saksının yanındaki telefonuma uzandı. Numarasını tuşlamamın ardından tanıdık sesini duydum. İçim burkuldu.
"Yekta? "
"Küçük Fare? "
Birden genzim yanmaya başladığında kelimeler dilime ulaşamadı. Burnumu çektim ve başımı geriye yatırdım. Aniden üstüme çöken ağırlığı anlamlandıramıyordum. Belki de ağlamamak için kendimi tutmaya son vermeliydim. İki damla gözyaşı beni güçsüz kılmazdı, hatta rahatlatabilirdi.
"Seni özledim. "
Sesim titremişti. Söylediklerimin ardından aramıza daha derin bir sessizlik çökmüştü.
"Kim üzdü seni? "
"Ben çok yalnızım. "
Son cümlemle beraber gerçek yüzüme soğuk su misali çarparken bir damla daha yol aldı yanağımda. Titreyen sesime sahip çıkmam biraz daha zorlaştı.
Ben yalnızdım. Bu eve geldiğimden beri ne beni güldürecek bir ağabeyim ne de korktuğumda yanına yatacağım babam vardı. Günlerdir Sarrafoğlu ailesiyle savaşıyordum. Yalnızca Tuna değil, Zümrüt Hanım bile bana zorluk çıkarırken gülümsemek çok zordu.
Ah, sevdiklerimle gülmeyi özlemiştim ben.
"Kahretsin, gazetedeki haberler yüzünden mi? Bir şey mi yaptılar sana? "
"Hayır. Aklıma annem geldi sadece. "
"O ne alaka? "
Hışırtılar duydum. Pozisyonunu değiştirmişti. O an aklıma saate bakmak geldi ve telefonun ekranını yüzüme tuttum. Gece yarısı olmuştu bile. Özellikle Yekta gibi şafak vaktinde işe giden biri için uykunun her dakikası değerliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çiçekler Üşümesin
Novela JuvenilÖnüme sunulan teklif gayet açıktı; "Kızımın yerine geç, birkaç ay boyunca prensesler gibi yaşa. Kızım gibi yaşa. " Ve ben, beni kardeşi sanan bir adama aşık olduğumda bu oyunu oynamak sandığım kadar kolay olmayacak. Ben Şafak Demir, yarından itibare...