Yastığa başımı koyar koymaz uyuyakalmıştım. Ne kadar süre uyuduğumu bilmiyordum ama zil sesiyle uyandığımda hava hala aydınlıktı.
Kapıyı kızarmış, şişmiş gözlerim ve dağılmış saçlarımla açtığımda karşımda beliren kişi Cihangir'di. Hiçbir şey söylemeden beni kendine çekmiş ve kollarını sırtıma sararken başımı göğsüne yaslamıştı.
Evimin duvarları artık sıcacıktı.
Ben gittikten sonra bir süre Hale ile ilgilenmiş ve biraz sakinleştiğinde Enes'i arayarak attığı konuma gelmesini istemişti. Enes geldikten sonra ise Hale'yi ona emanet ederek soluğu yanımda almıştı. Ben Hale'nin yanında kalmasını beklediğim için, onun tarafından bir beklentiye hiç girmemiştim. En azından girmediğimi sanıyordum fakat kollarının arasındayken saatlerdir içten içe bu hissi istediğimi fark etmiştim.
Evimin duvarları bile o olmadığı için bu kadar soğukmuş meğer.
"Cidden söylemeyecek misin?" diyen kalp sızıma baktım. Son on beş dakikadır anonimken onu kim sandığımı merak ediyordu fakat utandığım için söylememek konusunda ısrar ediyordum. Bir de sandığım kişinin dışarıdan biri değil de bizzat en yakın arkadaşı olmasının mahcubiyeti vardı üstümde. Sanırım aslında bu konu yüzünden Enes'e karşı bir tepkisi olmasından korkuyordum. Mantıklı düşününce bu korkum da çok yersizdi aslında. Zira dostlukları böyle içi boş bir sebepten ötürü zedelenecek kadar basit değildi. Yine de söylemek gelmiyordu içimden işte. Belki de bana böyle tatlı tatlı yalvarması çok hoşuma gittiği içindi, bilemeyeceğim.
Başımı iki yana sallarken "I-ıh." Diye mırıldandım. "Söylemem... söylemeyeceğim işte, aaa hep ısrar hep ısrar sonra Fezâ ketum oluyor. Söylemiyorum efendim, ne derseniz deyin!" omuzlarımı da silktiğimde Cihangir kahkaha atıyordu. Bende onunla gülerken birden ciddileştiğini fark etmemle duruldum fakat gözlerindeki bakışı garipti. Eğlenceli parıltılar patlayıp sönüyordu harelerinde.
"Ne? Niye öyle bakıyorsun?"
Oturduğumuz üçlü koltukta bana doğru yaklaşmaya başladığında oturduğum yerde gerilemeye başladım.
"Demek söylemeyeceksiniz, öyle mi hanımefendi."
Gülerek başımı salladım. "Aynen öyle beyefendi, söylemeyeceğim."
Başını tamam, der gibi salladı. Ama bildiğimiz tamam gibi değil, sondaki a harfini uzatarak söylenen cinsten. Bittin sen dermişçesine... ve sonra belimden yakalayarak beni durdurdu ve parmakları karnımda hareketlendi. Koltukta yatar pozisyona geçtiğimde deliler gibi kahkaha atıyordum zira felaket gıdıklanıyordum.
"D-du," kocaman bir kahkaha patlattım. "Dur-tamam, tamam söyleyeceğim."
Sonunda beni gıdıklamayı bıraktığında nefes nefese soluklandım. Gözlerim gülerken kapanmıştı ve hala öyleydi. Yüzüme vuran sıcak nefesi hissettiğimde gözlerimi açtım. Cihangir iki yanımdan tutunarak, oturur pozisyonda üzerime eğilmişti. Bu yakınlığın bu kadar yakıcı olması felaketti. Onun lacivert gözlerine bakarken ismini fısıldadım. Gözleri yüzümü talan ederken ben sadece gözlerine odaklanmışım.
Beni duymadığını fark ettiğimde tekrar adını fısıldadım. "Hıı." Diyerek cevap verdi. Gözleri dudaklarıma değdiğinde kalbim ağzımda atmaya başladı. Kulaklarım uğulduyordu.
Adını tekrar fısıldadığımda bu sefer gözlerime baktı.
"Efendim güzelim." Diye mırıldandı.
"Kapı çalıyor." Dedim sessizce, aynı onun gibi. Gözleri tekrar dudaklarıma kayarken "Çalsın," dedi umursamazca. Kaşlarımı kaldırdım. İki saniye sonra o kaşlarını çattı ve bocalamaya başladı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
VECEL •yarı texting
Short StoryGnadenschuss: bana ne yaptığını görüyor musun küçük sürgünüm? Gnadenschuss: kalbimi bir sen böyle çarptırabiliyorsun...