İkisini de orada bırakırken hızlı adımlarla kafeden çıkarken arkama bile bakmadım.
Bu şekilde Keremin hayatıma girmesine izin veremezdim, vermemeliydim. O bu işi ciddiye almıyor olsa bile benim için hayatıma birisini almak çok önemliydi. Hem de benim gibi birisi için.
Sinirden nereye gideceğimi bile bilmeden sadece yürüyordum. Birden ayağıma bir taş takıldı. Sinirlenip onu elime aldım ve hemen karşımda ki denize fırlattım. Bu hareket hiç olmadığı kadar beni rahatlatmıştı. Bunun üzerine yerden bir kaç tane daha taş toplayıp bir köşeye oturdum. Bütün sinirimi hiç bir suçu olmayan taşlardan çıkarıyordum.
Hiç kimseye zarar veremeyecek kadar aciz bir insandım. Anca böyle şeylerden çıkarırdım zaten hırsımı.
" Taşların ne suçu var? Gel sinirini benden çıkar "
Sesi duyar duymaz elimdeki taşı elimde tutup arkama baktım. Bu çocuk neden beni yalnız bırakmıyor ki? Neden yani neden sürekli dibimde bitiyor. Elimdeki taşları kenara bırakıp ayağa kalktım. Üstümü ağır hareketlerle silkeleyerek tam onun hizasına geldim. Nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Sinirden biraz ileri gitmiş olabilirdim ama durmadım.
" Ne istiyorsun benden? " sinirli değildim bunu söylerken, aksine rahat hareketler sergiliyordum.
Ben sanki komik bir şey söylemişim gibi bir süre kafasını yere eğip güldü. Daha sonra kafasını kaldırarak bana biraz daha yaklaştı. Bu kadar yakınlaşma, rahatsız olduğunu belli eden hücrelerimi harekete geçirirken
" Sadece bana bir adım atmanı istiyorum " dediğinde sesi sertleşmişti. Ee demin gülüyordu? Bu da benden dengesiz çıktı.
" Kerem benim bütün adımlarım ileriye yönelik, sense önümdeki bir taşsın. Ve ben bile bile sana ilerleyip takılıp düşmek istemiyorum.. " dediğimde sözlerim sanki cam parçasıymış gibi dudaklarımı acıtmıştı. Nasıl bu kadar acımasız olabiliyordu cümlelerim? Hiç biri beni dinlemeden çıkıyordu ağızımdan.
" Ya ben ilerlemene yardımcı olacak ikinci elsem? " dediğinde tamamen yakındık. Aramızda tek nefes almalık mesafe kalmıştı.
" İnsan yanacağını bile bile ateşe atlamaz. " elimde bir bıçak olsa tereddütsüz bıçağı dilime saplardım. İnsan yanacağını bile bile ateşe atlar hem de öyle bir atlar ki o yangından nasıl çıktığına değil, kimin çıkardığına bakacak kadar hakiki korkusuz atlar. O yangından onu kimin çıkaracağını biliyorsa hele tereddütsüz atlar.
" Ben senin ateşin değil, cennetinim. "
Olabilir miydi bu? İçinde kaldığım cehennemden çıkarır mıydı sahiden? Cennetine o mavi gözlerine alır mıydı beni de?
" Sen benim hiç bir şeyimsin. "
Bazen tek bir kurşuna bile ihtiyaç duymaz insan ölmek için. Tek bir sözün bile tesiri büyüktür kurşundan. Ve ben önümde ki kurbanıma her fırsatta yolluyordum ölümcül kurşunlarımı. Fakat kurbanım her seferinde yaralıymış numarası yapıyor, ölmüyordu. Oysa bilmiyor ki o ölmedikçe dudaklarım daha çok kurşun üretiyor.
" İdil bekle. Konuşmalıyız. "
İnsan yanacağını bile bile ateşe atlar mı demiştim değil mi? Evet o atlıyordu. O aslında sonunu bende görebiliyordu. Fakat ben görmemekte ısrarcıyken. O sürekli gözüme sokuyordu kalbini! Bense görmemekte ısrarcı.
" Özür dilerim İdil. Sadece beni şarkı söylerken dinle istemiştim. Özür dilerim kahretsin! Kabahat bende tamam mı kimsenin bir suçu yok!. "
" Peşimden gelme daha fazla. Bırak artık peşimi " kurşunlar işe yaramayınca sözlerim ok gibi saplanıyordu bu kez. Fakat o hala ölümcül darbemi beklermiş gibi yılmıyordu. Hadi artık oyna son oyununuda bitsin bu iş der gibi.
Adımlarımı daha fazla hızlandırıp oradan uzaklaşırken onun ne halde olduğuna bile bakmadım. Oysa katil kurbanının o halini merak etmez miydi? Etmiyordum işte. Çünkü biliyordum. Tıpkı babam oklarını üzerimize fırlatırken, kurbanlarına bakmadığı gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAPATYA
RomantizmBir gün yolda giderken aniden karşınıza hiç tanımadığınız birisi çıkıp size papatya verip gitse ne yapardınız? Peki o kişi sizin tabularınızı yıkıp hayatınıza girecek olan erkekse?