Pencerenin pervazına çarpan yağmur seslerini bir süre dinledim. Yeni bir güne mi yoksa dününde bugünle aynı olduğu bir sabaha mı uyandım bilmiyorum. Uyanmak için odamın en uzak yerine, camın önündeki masanın üstüne koyduğum alarmı kapatmak için ilerledim.
Alarmı kapattıktan sonra hafif aralanmış perdemden dünyamı izledim. Bir kaç tane gri bulutlar, hafif kararmış güneş, rüzgardan yaprakları sallanan ağaç ve ıslanmış toprak. Dünya, bir odanın penceresinden dışarıya bakmak mı yoksa bir evin penceresinden odaya bakmak mıydı? Düşüncelerimi penceremin önüne bırakıp kıyafet dolabıma doğru ilerledim.
Katladığım okul formalarını çıkartıp yatağıma koydum, bedenime yapışan atletimi çıkarırken alışık olduğum o acıyı iliklerime kadar hissettim. Odamın kapısının tıklatılmasıyla okul formamı hemen üzerime geçirdim. "Gelebilirsin anne" Sesimin titremesine engel olamadığım için gülümseyerek, "Günaydın anne bir şey mi oldu? Dersime daha otuz beş dakika var"
Annem bana yaklaşarak gözlerini gözlerime dikti. Her zamanki gibi duygularımı anlamaya çalışıyordu. "Günaydın oğlum, biliyorum dersine otuz dört dakika kaldı kahvaltı hazırladım senin için hadi gel beraber yiyelim"
İstemeyerek gözlerimi gözlerinden kaçırdığımda anlamamasını umarak çabalıyordum. "Tamam anne eşyalarımı alıp geleceğim." Annem bir kaç adım daha atıp yaklaştığında elini kaldırıp sırtıma dokundu. Hızlanan nefes alıp verişimden korktuğumu iyice belli ediyordum.
Başını sol tarafa yatırıp gözlerini kısarak bana baktı "Canın mı acıyor?" Kafamı olumsuz anlamda salladığımda eli sırtımdan omzuma doğru kaydığında omzumu sıkmaya başladı. "Volta, canın acıyor mu ?"
Acıdan sıktığım dişlerimi serbest bıraktığımda gözlerinin içine baktım. "Hayır canım acımıyor anne." Aniden değişen surat ifadesinden onu inandırdığımı anladım elini omzumdan çekerek gülümser bir şekilde "Çayını soğutma." diyerek odadan ayrıldı.
Ne zaman tutmaya başladığımı bilmediğim nefesimi bıraktığım da hızlıca çantamdan dün gördüğümüz ders kitaplarının bir kısmını çıkartıp, bugün işleyeceğimiz ders kitaplarını çantama koydum.
Siyam hocanın son anda verdiği ödevi hatırlayarak okuma kitabımı da elime alıp odamdan çıktım. Merdivenlerden dikkatli ve olabildiğince hızlı inmeye çalışırken son üç dört basamakta dengemi kaybedip kendimi yerde buldum. "Lanet olası merdivenler!" Kendi ağzımın içinde söylenirken fazla ses çıkarmış olmalıyım ki annem saniyeler içinde mutfaktan gelip başımda dikilerek bana sert bir bakış attı. "Yirmi üçüncü kuralı hatırlıyor musun oğlum?"
Yapıştığım yerden kalkıp üstüme çeki düzen verdikten sonra yutkunarak boğazımı temizledim. "Düştüğünde seni kaldıracak hiç kimse olmayacak, sen düşen değil düşüren olacaksın." Ezbere bildiğim cümleyi saniyeler içinde söylediğimde annemin memnun olmuş hali yüzüne de yansımıştı.
Masaya doğru ilerlediğinde ben de peşinden hızlı adımlarla ilerledim. Sandalyesine oturduğunda bende yerime yerleşmek için sandalyemi çekmek için yeltendim fakat annem elini kaldırıp dur işareti yaptı. "Okula geç kalıyorsun gitsen iyi olur sadece yirmi dakikan kaldı.
"Çektiğim sandalyeyi tekrar yerine koyduktan sonra, "Tamam anne." diyebildim. Eşyalarımı alıp hızlıca evden çıktım. Bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun yerini çiseleri almıştı. Yağmur ne kadar yağarsa yağsın içimizdeki kötülükleri, nefretleri ve acıları akıtmayacaktı. Bunu öğrendiğim zaman on yaşımda yağmur ve fırtınanın ortasında kanlar içindeydim.
"O kadar dalgınsın ki dakikalardır yanında olduğumu fark etmedin." Duyduğum ses ile irkilerek benden iki üç adım arkamda duran o kıza baktım, onun yüzünden geç kaldığımı hatırladığımda kaşlarım ister istemez çatıldı ve önüme dönerek yürümeye devam ettim.
Mahcup bir ses tonuyla, "Seni korkutmak istememiştim kusura bakma." dedi. Arkama bakmadan konuşmaya devam ettim "Dalgın değildim seni fark ettim ve korkmadım da." Ses tonum biraz sinirli çıktığından dolayı arkamdaki kızın kıkırdamasını duydum.
"Evet, bu yüzden elinde tuttuğun kitabın ıslanmasını da dalgınlığından dolayı saymıyoruz" Kızın alaylı ses tonuna aldırış etmeden elimdeki kitaba baktım yağmurun az yağdığından dolayı fazla ıslanmasa da nihayetinde ıslanmıştı.
"Dur tahmin edeyim ıslanmış kitap falan seviyorsundur." Bu kız da diğer insanlar gibi benimle dalga geçiyor ve alay ediyordu. Gerçekten dün bu kız yüzünden geç kaldığım için moralim bozulmuştu çünkü, o an ön yargımı kırmak isteyip tanışmak istemiştim.
Okul yoluna girdiğimde kız da peşimden geliyordu. Kitabımı ceketimin içine koyarak sakladım daha fazla ıslanmasına göz yummak istemedim değer verdiğim nadir şeylerdendi.
"Nasıl oluyor da iki dakika sonra yine dalabiliyorsun?" Bu kızın artık susması gerekiyordu. Adımlarımı biraz daha hızlandırarak okulun kapısına doğru ilerledim. Tahminimce dersin başlamasına üç dakika kaldığını düşünerek okulun merdivenlerinden hızlı ve dikkatli bir şekilde çıkmaya başladım. Sabah ki gibi yere yapışmak istemiyordum.
Dersin başlamasına az bir zaman kaldığı için koridorda koşturan çocuklar, sınıf kapısından öğretmenini bekleyen ve sınıflarınıza girin diye bağıran hocalar. Evet dününde bugün olduğu bir güne uyanmıştım. Sınıfa girer girmez tüm gözlerin bende olduğunu hissetsem de öyle bir şey olmadığını biliyordum. En arka sırada camın kenarında olan sırama oturup kitabımı kuruması için masamın üstüne koydum.
Yanımda hareketlilik hissettiğimden dolayı kafamı kaldırıp baktığımda yine o kızı gördüm gereksiz gülümsemesiyle yine bana bakıyordu. "İzin almama gerek yok sanırım burada oturacağım." Evet bu sefer hissetmiyordum, Tam anlamıyla bütün sınıfın gözleri benim üzerimdeydi. "Gerçekten o lanetin yanına oturmak mı istiyorsun?"
Efe'nin kurduğu cümleyle birlikte sınıfta yükselen kahkaha sesleri, hocanın sınıfa girmesiyle son buldu. "Günaydın çocuklar oturabilirsiniz" hoca eşyalarını masaya bırakırken gözü benim sırama takıldı. "Beliz, tatlım arka sırada verim alabileceğini düşünüyor musun?" Hocanın da benim hakkımda kötü düşündüğünü biliyordum, bu nedenle bu güne kadar hiç bir öğrenciyi benim yanıma oturtmamıştı. Kız ayağa kalkarak konuştu, "Evet hocam ben arkadaşımın yanında oturmak istiyorum." Bu cevap tüm sınıfı hatta beni de şaşırtmıştı afalladığım için başımı kıza doğru çevirdiğimde yine o gereksiz sırıtışı yüzündeydi, bana göz kırparak odağını tekrardan hocaya verdi. "Ben sizin sınıf öğretmeninizim, ben ne dersem o! O sıradan kalkıyorsun ve Efe'nin yanına geçiyorsun, hemen!"
Hocanın bu sert tepkisiyle sınıf sus pus olsa da bu kız hâlâ sırıtarak hocaya bakıyordu. "Hayır hocam ben yerimden gayet memnunum teşekkürler." diyerek yerine oturdu. Hoca elindeki kitabı masaya sert bir şekilde atarak, "Bu kadar basit bir konu yüzünden müdürün yanına gitmek istemezsin herhalde, özellikle okula geleli bir kaç gün olmuşken!" Bu sefer kaçış yolu yoktu hocanın sözünü dinlemek zorundaydı. "Olur hocam bende amcamı görmüş olurum çok iyi fikir teneffüste gidebiliriz." Bunu gerçekten beklemiyordum hocanın moraran yüzü ve bozulmuş surat ifadesi tüm sınıfı içten içe güldürdüğüne emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VÒL•TA Karanlık Oda
General Fiction"Biliyorum senin oğlun olduğum için bana çok fazla işkence ediyor. Hatta bazen zincir darbelerini sırtıma vurduğunda benim yerime seni koyduğunu düşününerek vurduğunu düşünüyorum. Çünkü bir anne evladına bu kadar acımasızca vurmamalı değil mi?"