Karanlık... Sadece karanlık...
Bedenimin, beynimin uyuşmasının ve bir karanlığa hapsolmamın tek güzel yanı zihnimde boğuştuğum düşüncelere, olaylara, bihassa ona son vermekti. Hiçbir şey hissetmemek karanlığın bir tezahürüydü. Aklımda hiçbir şey yoktu.
Ne kadar süre böyle hissettim kestiremiyorum ama kendime yavaş yavaş gelmeye başlıyordum. Karanlığı tarif etmem de bunu gösteriyordu zaten. Aklıma tekrardan yaşadığım olaylar geldi. Ne olup ne bittiğini hatırlamak karanlıktan sıyrılıp aydınlık olmayan bir yere adımımı atacağımın bir göstergesiydi.
Her şey zihnime teker teker yerleşirken hissettiğim acı tarif edilemezdi. "Toprak..." diye mırıldandım. "Neredesin?"
Gözlerimi açmak için çabalıyordum fakat göz kapaklarım bana karşı geliyordu. Sanki karanlıkta olmayı sevmiş gibiydiler.
Tekrar mırıldandım. "Sevgilim yoksun..."
Onun yanında olmadığım gerçeğiyle yüzleşmek kalbime saplanan hançeri daha da derine taşıyordu.
"Bu ne mırıldanıp duruyor ikide bir?"
Duyduğum ses hiç tanımadığım birinin sesiydi. Ben neredeydim ve neden gözlerimi açamıyordum?
"Ne bileyim lan? Kendine geliyor herhalde."
Ve bir başka ses... İki erkek sesi ve hareket eden bir şey...
Hareket eden şeyin araba olduğunu anlayacak kadar bilincim açıldığında gözlerimi yavaşça açtım. Karanlıktan kurtulup başka bir karanlığa geçiş yapacaktım anlaşılan.
Gözlerimi açmamla başıma bir ağrı saplandı. Saplanan ağrıyla yüzümü buruşturdum.
"Ne oldu bana?" diye sordum yorgun bir sesle. Arabada olduğumun, beni bir yere götürdüklerinin farkındaydım ama ne oldu da buraya geldiğimi hatırlamıyorum. En son hatırladığım şey sokakta yürüdüğümdü.
Benim yaşadığım bir kayboluştu. Hayır mecazen demiyorum, gerçekten kaybolmuştum. Kaçırılmıştım ve bu kaybolmak değil de neydi? Kaybolmuştum işte. Hem mecazen hem de gerçek olarak kaybolmuştum.
"Bayılttık seni." dedi arabayı süren kişi. Bu kadar açık sözlü olmasını beklemiyordum doğrusu.
Yattığım yerden doğruldum ve "Orhan'ın adamısınız değil mi?" diye sordum öfkeyle. Başımda felaket bir ağrı, bedenimde ve ruhumda çok ayrı bir yorgunluk vardı ama bu öfkeyle bağırmama engel olan bir şey değildi.
"Kes sesini." diye tısladı ön koltukta oturan adam.
"Kesmiyorum," diye bağırdım. "Hepinizi süründüreceğiz. Özellikle o Orhan denen pisliği."
Arabayı süren adam kocaman bir kahkaha attı. "Duydun mu İzzettin? Bizi süründüreceklermiş."
"Duydum abi, duydum." deyip histerik bir şekilde güldü ön koltukta oturan, adının İzzettin olduğunu anladığım kel kafalı adam.
"Polislerin yapmadığı şey değil. Başınızdaki adam bunu çok iyi bilir zaten."
Arkasını dönüp bana baktı ve "Bana bak küçük," diye bağırdı İzzettin keltoş. Sanırım ondan böyle bahsedecektim. Durumumun vahimliğini bir kenara bırakıp saçmalıyordum, çok güzel.
Kolumu sıkıca tuttuğunda ağzımdan ufak bir inleme çıktı. "O çeneni kapatmazsan dilini kopartırım senin."
Yutkundum. Korkmuyor değildim ama damarlarımda gezen öfkeye hâkim olabileceğimi hiç sanmıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAĞMUR SUYU VE TOPRAK KOKUSU
Mystery / ThrillerÖlümdü bulutları ağlatan. İntikamdı, hırstı yağmuru yağdıran. Acıydı yağmur suyunun toprağı ıslatması. Ve aşktı toprak kokusunun etrafa yayılması... Toprak'a yağan Yağmur onun kalbinde bir emare bırakmıştı. Yağmur Toprak'a düşmüş, Toprak Yağmur'la...