XXXIX | NEVZAT KORYÜREK

2.8K 186 117
                                    

Merhaba💖 Sanırım bugüne kadar yazdığım en uzun bölüm oldu. Hasta olduğum için biraz gecikti ama ancak yetiştirebildim. Keyifli okumalar dilerim. Bolca kalp💗

Yorum yapmayı ve oy bırakmayı unutmayın olur mu?

Yarım kalan dilekler için yıldızlarınızı bu satıra bekliyorum🌟⭐️

Dedublüman Çözemezsin

Yürüyordum. Öylece, dümdüz. Nereye gideceğimi bilmediğim çok zaman olmuştu. Kendimi kandırdığım çok an. Başım sıkıştığında birine sığınabilmek isterdim. Korkuyorum diyebilmek korkusuz gibi görünmeye çalışmak yerine. Birinin titreyen ellerimi tutmasını isterdim. Odağını bulamıyorken bakışlarım biri benim odağım olsun.

Çünkü göründüğümün aksine korkusuz değildim, kalbim demirden de değildi. Korkuyordum belki de herkesten çok. Kalbimin ağrımadığı tek bir saniye olmuyordu bazen. Endişeleniyordum, ürküyordum, umutsuzluğa kapılıyordum. İçimde fırtınalar kopuyordu. Ruhumun uçsuz bucaksız ormanlarında tek dal kalmıyordu bazen o fırtınadan geriye.

Sonra fırtına diniyordu. Dinmek zorundaydı çünkü. Kendi kendimi sakinleştiriyordum. Belki duygularım bile kimsenin gelmeyeceğini fark edip pes ediyorlardı belki de yaşadığım duygunun yoğunluğuna alışıp artık hissetmiyordum. Sonuç olarak fırtına dindiğinde büyük bir tahribatla baş başa kalıyordum.

Bir şeyi yapmakla yapmak zorunda olmak arasında büyük bir fark vardı. Ben o tahribatı yapabilecek gücüm olduğu için değil yapmak zorunda olduğum için düzeltiyordum. Yerlere saçılan parçalarımı kendi ellerimle topluyordum teker teker. Boş bakışlarla, hissiz bir gülüşle sanki tekrar paramparça olacağımı bilmiyormuş gibi tatlı bir yalanla bir araya getiriyordum o parçaları.

Bilmiyormuş gibi yaparak ama içten içe bilerek. Bir yalana inanarak topluyordum kendimi. Zorunda olmasam, bir söz vermemiş olsam kendime ve devam etmek için bir sur kadar dayanıklı durmam gerekmese toplar mıydım bilmiyorum ama. İçimde benden beslenen büyük bir nefret var. Beni tüketen bir nefret. Geçmişime kızgınım, kendime, geleceğime, görmezden gelmek zorunda olduğum her şeye. Herkese kızgınım, tüm bu şehre, gözyaşlarımla suladığım kaldırımlara, öfkesini kıyıdan çıkaran denize.

En çokta ona.

20 Haziran'a.

Kana bulanan çiçeklere.

Tutmayan dizlerimle zar zor yürüyerek kapısına dayandığımda titreyen ellerimle çalarken kapısını açsaydı keşke. Evde olsaydı. Gitmemiş olsaydı. Gitseydi belki ama o gün geri dönmüş olsaydı. Sarılsaydı bana, geçecek gözümün feri deseydi.

Kaçsaydık birlikte, geride bıraksaydık her şeyi. Ben henüz on altı, o körpe on sekiz. Çocukça geliyor kulağa değil mi? Çocukça, aptalca ya da her neyse. Kaçsaydık işte. Karın tokluğuna çalışsaydık, bir göz odaya ev deseydik ama bizim olsaydı, ikimizin. Ben silahlardan hala korksaydım. Birini öldürmenin yükünü sırtlanmak zorunda kalmasaydım.

Evin kirasını düşünseydik, doğal gaz faturasını, işten eve dönünce ağrıyan ayaklarımızı ama birbirimize sahip olsaydık. Ne kadar yorulursam yorulayım gidecek bir yerim olsaydı. Düşündükçe mutlu olsaydım, zaman hızlı aksaydı. Bir battaniyenin altında, kışın ortasında ona sarılabildiğim için şükretseydim. Her sabah sucuklu yumurta yemek için kavga etseydi benimle, saksılarımızda papatyalar ekili olsaydı. Her gittiğimde kendi mezarıma götürmek zorunda kalmasaydım papatyaları. Karanlıktan korkmasaydım. Duvarlarımıza yıldız şeklinde led ışıklar assaydık, bir evim olsaydı.

Mİ'LATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin