3. GÜN - BEYAZ SÜPRİZ

25 0 0
                                    


       Dün gece çok garip bir rüya gördüm. Ne olduğu ya da ne anlatmaya çalıştığı hakkında hiçbir fikrim yok. Gerçekten çok garipti. Bütün tanıdığım insanlar ve dostlarım. Hepsi... Hepimiz bir akıl hastanesindeydik. Ama okul gibi bir yerdi. Sıralar ve masalar vardı Hepimiz delirmiş haldeydik. Hepimizin üzerinde deli önlükleri vardı. Öğretmenler de vardı. Öğretmenleri de tanıyordum. Onlar da eski hayatımdaki insanlardı. Sanki öğretmenler de delirmişti ama bize ders anlatmaya çalışıyorlardı. Bir şekilde öğretmenleri atlatıp oradan çıkmaya çalışıyordum. Kafamda planlar yaparken uyandım. Gerçekten ilginç bir rüyaydı. Ne anlatmaya çalıştığını anlayamadım. Umarım iyi bir şeye işarettir....

       Nedense bugün sabah erken uyanamadım. Uyandığımda saat öğlen 11 civarıydı. Kalkıp bir duş aldıktan sonra, Küf İmparatorluğu'na "Merhaba" demek için buzdolabına doğru yöneldim. Neredeyse gece boyu açık kalan buzdolabı kapağı, sanırım işe yaramıştı. Artık küf kokmuyordu. Yok ol Küf İmparatorluğu. İçeri geçip birazcık kitap okumaya başladım. Daha sonra her zamanki gibi Almanca çalışmaya döndüm. Bugünkü kelimemiz "Zeitung" yani "Gazete" demek. Banyodaki lavaboyu temizledikten sonra, balkondaki kombinin su damla attığını fark ettim. Hemen 5 litrelik bir pet çeşidinin kapağını kestim ve altına yerleştirdim. Kestiğim pet şişenin elimde kalan kısmı huniye benzediği için "Acaba bunu huni gibi kullanabilir miyim? Bir şeyleri kavanozlara aktarmakta işime yarar." diye düşündüm. Tamamen sıfır atık projesinden fırlamış gibiyim değil mi?

       Derken dışarıda garip bir şey fark ettim. Kafamı uzatıp baktığımda kar yağdığını gördüm. Belki Nevşehir için bu şaşılacak bir şey değildi ama benim için öyleydi. Çünkü ben yaklaşık 16 yıldır Mersin'de yaşıyordum. Ve epey uzun bir zamandır kar görmemiştim. Nasıl yağdığını bile unutmuşum resmen. Kar yağması iyiye mi yoksa kötüye mi işaret bilmiyorum. İlk tedirgin olduğum şey hastalanmak. Artık daha dikkatli olmalıyım. Neler olacağını zaman gösterecek. Şimdilik benim yapabileceğim tek şey hasta olmamaya çalışmak. Çünkü işten ayrıldığım için doğal olarak sağlık sigortam iptal oldu. "Yani ne yaparsan yap Viltis. Ama sakın hastanelik olma."

       Pet şişenin kestiğim huni gibi olan kısmı aniden aklıma bir şey getirdi. Dedim ki "Kardan nasıl faydalanabilirim?" Biraz düşündükten sonra çekmeceleri düzeltirken bir şişe andız pekmezi bulduğumu hatırladım.  Eğer bir kase taze kar elde edebilirsem andız pekmeziyle kendime karsambaç yapabilirdim. Böylelikle hem lezzetli hem de sağlıklı bir iftar sonrası tatlı yapmış olacaktım. El yapımı hunimi (Kapağını atmadığım için aslında teknik olarak bir kase) alıp balkonun kenarındaki köşeye koydum. Amacım çok basitti aslında. Kar yağarken hunimi dolduracaktı ve bir kase temiz kar elde edecektim. Tamamen bedavaydı ve lezzetliydi. Yıllarca pratik düşünmeye kendimi alıştırdım için çevremdeki materyalleri farklı şekillerde kullanmayı seviyorum. Eğer tahminimce akşama kadar huni karla dolmuş olursa temiz bir karın içine pekmez katıp iftardan sonra kendime bir ziyafet çekebilirim. 

       Biraz daha zamanın geçmesini beklerken birazcık Sait Faik okudum. Daha sonra şiirlerimi küçük deftere geçirmeye devam ettim. Bugün yemek yapma derdim yoktu. Dünden kalan çorbayı ısıtıp içecektim. Saat 5 buçuk civarları çöp çıkarma bahanesiyle kara bakmaya dışarı çıktım. Birazcık tehlikeliydi, çünkü kaldığım ev tam yokuşun üzerine yapılmıştı ve karlar yeni yağdığı, üstüne üstlük erimeye de başladığı için ayaklarımız bot giymeme rağmen kayıyordu. Yine de çöpü çıkardım. Birazcık karın karı seyrettim ve zevkini çıkarmaya çalıştım. Tam o sırada birinin bir diğerine dış kapımızın otomatik şifresini söylediğini duydum ve şifreyi duyar duymaz ezberledim. Dış kapıyı her seferinde anahtarla açmaya çalışıyordum. Artık şifreyi girip açabilirdim. Küçük bir detay. Sizin için değil ama benim için önemli...

       Hipotermi geçirmeye başladığımı anladığımda tekrardan eve döndüm. Eve döndüğümde epey üşümüştüm çünkü hava  -3 dereceydi. Hatta rüzgarla hissedilen -5 yazıyordu. Yine de mutluydum. Yıllar sonra kar görmüştüm. Ki ben soğuğa aşık bir insanım. Bu benim için çok büyük bir avantajdı... Çok büyük bir hediyeydi... Çok büyük bir sürprizdi... Hem ısınmak hem de birazcık daha zamanın geçmesi için 1-2 bölüm "The Night Agent" izledim. Dünden kalan çorbayı ısıtmak için dolabı açtığımda hala dolabın küf koktuğunu fark ettim. Sanırım bu küf kokusundan asla kurtulamayacağım. Gerçekten takıntılı bir eski sevgili gibi. Gitti sanıyorsun, bitti sanıyorsun. Ve hiç ummadığın anda bakıyorsun ki hâlâ bıraktığın yerde sana dik dik bakıyor. Ve hala anılarla kaplı bir çöp konteynırı gibi burnuna pis pis kokuyor... 

       Çorba ısıtırken biraz müzik açtım. Açtığım müzik, bugünün şanslı müziği Zakkum - Ben Böyle Değildim. "Ben böyle değildim. Kaçamıyorum. Buluyor beni. Kendi yaşlarımla. Boğuyor beni..." İftar saati gelmiş olsa da hala karı seyretmek istiyordum. Bu nedenle çorbayı kaseye değil de bir kavanoza koydum. Böylelikle hem karı izleyip hem de iftarımı yapabilecektim. Bu arada çorbaları kavanozda içmek inanın bana dünyanın en mükemmel şeyi. Çünkü hem kaşık kirletmiyorsunuz, hem elinizde taşıyabiliyorsunuz hem de istediğiniz zaman karı seyredebiliyorsunuz. Sıvı yemekleri kavanozda içmek gibi bir alışkanlığım var. Yeni bir buluş değil, ama kesinlikle pratik ve harika bir şey...

İftardan hemen sonra kendime bir atom çayı yaptım. Çünkü hastalanmamam gerekiyor. "Ne bulursan için Viltis. Sağlıklı kalmak için her şeyi iç." Daha sonra dolapta kalan pudingi yedim ve tekrardan dizi izlemeye döndüm. "The Night Agent" nihayet bittikten sonra aklıma balkona koyduğum küçük huni kasem geldi. Yatmadan önce onu kontrol etmek istedim ve bingoo... Hunimiz tamamen kar ile dolmuştu. hemen mutfağa gidip andız pekmezini çıkardım. Uzun süredir açılmadığı için kapağı sıkışmıştı. Biraz zorlamadan sonra kapağı açtım. Ağır bir kokusu vardı. Karın üzerine döktüm ve başarımın tadına bakmak istedim. Şeyy... Andız pekmezinin tadının bu kadar sert olduğunu unutmuşum... Tadı birazz... Neyse...

       Kendime son iyilik olan neskafemi yaptıktan sonra Mersin'den eski bir dostumla telefonda sohbet etmeye başladım. Vee bilin bakalım ne öğrendim. Asla ama asla ilk yağan kar yenmezmiş. Çünkü bulutlarda biriken her türlü zararlı madde ilk kar ile yeryüzüne inermiş. bu nedenle ilk kar yenildiği zaman çeşitli boğaz enfeksiyonlarına neden olurmuş. Bir kase kar, bir çok zararlı mikroorganizmayı vücuduma "Hadi gelin. İçerde parti var." diyerek Viltis ekspres ile davet etmeme neden oldu. "Aferin sana zeka parıltısı Viltis. Yine aptallık etmeyi başardın..."

       Arkadaşımla sohbet etmeye devam ederken kapı çaldı. Kaldığım ev giriş katta olduğu için kapıyı açamayan benim zilime basıyordu. Daha önce de olmuştu. O nedenle umursamayıp konuşmaya devam ettim. Tekrardan çalınca şüphelendim ve gidip kapı deliğinden gizlice baktım. İki tane adam kapımın önünde sohbet ediyorlardı. Sonra dönüp hızlı bir şekilde merdivenlerden aşağı indiler. Biraz bekledikten sonra kapıyı açtım ve dışarıdaki çöp kovasını (Karla kaplı olduğu için dışardan geldiğimde kapının yanına koymuştum) belki onu almamı söyleyeceklerini düşünerek içeri aldım. Tam kapıyı tekrar kapatırken kapıda bir şey fark ettim. Nasıl oldu inanın hatırlamıyorum. Gerçekten hiçbir fikrim yok. Ama akşama doğru eve girerken (Muhtemelen çok üşüdüğüm için) anahtarı kapının dışında unutmuşum. Ve akşama kadar o anahtar o kapının üzerinde kalmış. Eğer biri tarafından çalınsaydı bu sonum olurdu. Ev benim değil ve içerde çok fazla kişisel elektronik eşyam var. Pek de uygun eşyalar değiller. Anahtarı almak yerine kapıyı çalan adamlar beni uyarmak için çalmış olmalılar. Nevşehir'in insanları neden bu kadar mükemmel?

       Unutkanlığımın şoku atlatmaya çalışırken, kafamda olası soygun senaryolarını geçirmeye başladım. "Daha dikkatli olmalısın Viltis. Şansını gerçekten çok fazla zorluyorsun. Hem de çok fazla..." Tüm bu karmaşanın içerinde artık Sait Faik'in kitabını bitirmem gerektiğine karar verdim. Elime alıp son sayfalarını okumaya başladım. "Haritada Bir Nokta" hikayesinin sonunu şöyle bitirmişti;

"Yazı yazmak da, bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım... Koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım. Oturdum. Ada'nın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım..."

Kendimle Baş Başayken - NevşehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin