16. GÜN - ÖZÜR DİLERİM DENİZ

8 0 0
                                    

       Sabahın köründe yattığım için ne tür bir rüya gördüğümü tam anımsayamıyorum. Fakat kalktığımda berbat halde olduğumu hatırlıyorum. Koca bir buhranın içinde uyandım. Ne hissedeceğimi, ne yapacağımı bilmeden saatlerce tavana bakarak öylece kaldım. Şuan daha iyi ne yapabilirdim ki? Uğruna çabaladığım her şey hiç olmuştu. Daha iyi bir hayat yaşamak için verdiğim onca çaba, bir yerlere gelip para kazanmak için, sonunda istediğim her şeyi alıp yiyip içebilecek duruma gelmek için harcadığım onca alın terimin meyvesini tam yemeğe başlamışken, hepsini geride bırakmak zorunda kalmıştım. Hepsini ağlaya ağlaya elimin tersiyle ittim. Şimdi ne bir evim var, ne param pulum var, ne canımdan çok sevdiğim çocukluk eşyalarım, ne de uğruna bütün hayatımı harcadığım tiyatrom var elimde...

       Ben eşyalarımı o kadar çok severdim ki odamda durmalarına rağmen dokunmaya kıyamazdım. Annem anlatır; Ben küçükken bana bir oyuncak alırlarmış. Oyuncağı çıkarır, yavaşça yere koyar, oynadıktan sonra ilk hali gibi kutusuna koyar öyle kaldırırmışım. Ben büyüdükten sonra bir gün annemle oyuncak kutumu açtık. Annem bütün küçüklük oyuncaklarımızı saklamış. İnanır mısınız dostlarım? İçinden bir oyuncak çıkardı annem. Oyuncağın  paketini açmamışım. Alındığı gibi duruyor öyle. Çok merak ettim. "Anne" dedim. "Bu oyuncak kimin hiç açılmamış?" "O da senin." dedi. "Tamam da... Bunun paketine dokunulmamış. Neden?" dedim. Annem "Sen o oyuncağı bizden çok istemiştin. Bir gün baban süpriz  yaparak, sana o oyuncağı aldı getirdi. Görünce gözlerine inanamadın. Sonra aldın babanın elinden, kenara koydun geriden izledin oyuncağı... Baban "Hadi açsana oğlum. Oynamayacak mısın?" dediğinde "Yok baba. Bu oyuncak çok güzel, açarsam eskir şimdi. Hem belki kırılır. Ben böyle de oynarım." deyip, oyuncağın geriden sağına soluna bakıp dolabına kaldırmıştın. Ne yaparsak yapalım o oyuncağı açtıramadık sana. Her gün alır, oyuncağın sağına soluna bakar, sonra tekrar dolabına kaldırırdın." dedi...

       Ben böyle bir insandım işte... Değer verirdim... Yatağımda iki tane küçük yastığım vardı. Oyuncaklarımla uyuyan biri değildim. Hepsini oynadıktan sonra ip gibi dizer, hepsinin düzgün durduğundan emin olur, öyle uyurdum. Annem bana ve kardeşime köpekli yastık almıştı. 12 yıl dostlarım. Tam 12 yıldır ben o köpekli yastıkla uyuyordum. Kocaman adam oldum. İlk zamanlar yatarken onunla konuşuyordum. Ya da oyunlarıma onu da dahil ediyordum. Ama şuan hala yatağımda duruyor olmasının sebebi tamamen bağlılık. O artık benim bir dostum gibi. 12 yıl her geceme şahit oldu. Ve ben giderken onu da yatağımda bıraktım. Annem ben tam çıkarken arkamdan getirip "Bunsuz mu gideceksin? Alsana" dedi. "Koyacak yerim yok kalsın" dedim. "Al, başının arkasına koyarsın otobüste." dedi. "Koyamam" dedim. Neden bilmiyorum ama koyamazdım işte. Bir insanın, koca bir insanın, bir yastıktan bu kadar zor ayrılması sizce normal mi dostlarım..?

       Odamdan ayrılmak en zorlandığım şeylerden bir tanesi olmuştu. O kadar değer verirdim ki her eşyama, annemin odamı temizlemesi yasaktı. Kendi odamı hep ben temizlerdim. Olur da bir şeyin yerini değiştirirse, ya da bir şey kaybolursa diye çok korkardım. Annem bazen benden gizli odamı temizlerdi. Her şeyi yerli yerine koysa da odama girdiğini anlardım. Çünkü bütün odamı zihnime kazımıştım. Her şeyin yerini ezberlemiştim. En ufak bir şey oynasa fark ediyordum. Ve annem yalvarsa dahi, senelerdir odamda hiçbir eşyamın yerini değiştirmemiştim. Ben buydum işte. Çevresindekileri alışkanlık edinen, alışkanlık edindiklerine bağlanan, bağlandığı şeylerden kopamayan aciz herifin tekiydim hep...

       Size günlerce bu tür şeylerden bahsedebilirim dostlarım. Ben o şehirden çıkarken eti tırnaktan ayırdım. Değer verdiğim her şey ve ben bir bütündük. Bir bedendik. Ben o bedeni ellerimle ikiye böldüm giderken... Belki de bu yüzden her uyuduğumda Mersin'i görüyorum. Bütün sahilim orada çünkü. Bense Nevşehir'e sadece bir kum tanesi getirdim... Sahil demişken, zor terk ettiğim bir şeyden daha bahsedeyim; Babaannem öldüğünde çok küçüktüm ben. Öyle ki, yokluğu büyüdükçe daha fazla canımı yakmaya başladı. Evimizin yakınlarındaki sahilde bir kayalık vardı. Böyle denizin ortasına kadar uzanan bir kayalık... Genelde orada balık tutanlar bulunurdu. Ama akşam, özellikle kışın kimseler olmazdı. Çünkü hem denizin ortasına doğru giderdi. Hem de çevresi otlarla çevrili olduğu için kimsecikler ucuna kadar gitme gereksiniminde bulunmazdı. Ben de yalnız kalmak için hep oraya sığınırdım...

Kendimle Baş Başayken - NevşehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin