14. GÜN - OYUN BAĞIMLISI

5 0 0
                                    

       Dün gece diyemeyeceğim bu sefer. Çünkü uyuduğumda sabah olmuştu ve güneş doğmuştu. Rüyamda yine Mersin'deydim (Ah şu şehirden bir türlü çıkamıyorum) Bu seferki durağım Kültür Merkezi'ydi. Mersin'de tiyatro ekibi çalıştırırken Kültür Merkezi ile beraber çalışıyorduk. Bize gençler olarak bazı imkanlar sağlıyorlardı. Biz de sanatımızı yapmaya çalışıyorduk. Kültür Merkezi'ni çok seviyordum. Orayı bırakmak benim için her şeyden daha zor olmuştu. Yıllarca ulaşmak istediğim şeylere sonunda ulaşmış, fakat kahrolası psikolojim yüzünden hepsini elimin tersi ile itmek zorunda kalmıştım. Çıkarken evime dönüp ikinci defa bakmadım ama Kültür Merkezi'ni oturup uzun uzun izlemiştim...

       Rüyamda kendimi Kültür Merkezi'nde bulmuştum. Hepsini detaylı anlatmak istemiyorum ama bütün rüyam Kültür Merkezi'nde geçmişti işte. Bir daha asla benimmiş gibi hissedemeyeceğim Kültür Merkezi'ni son kez, rüyamda gezmiştim. Oradaki sevdiğim insanları görmüş, gülümsüyor olmalarından mutluluk duymuştum. İyilerdi... Uyandığımda yaklaşık 1 saat boş boş tavana baktım. Nerde olduğumu unutacak kadar düşüncelere dalmıştım. "Hadi Viltis... Kaldır kıçını artık. Geri dönüşü yok bu yolun..." Kalkıp bir duşa girdim. Sakalımı düzeltip biraz aynada kendime baktım. Bana yüzü çökmüş, tanımadığım bir adam bakıyordu. Ama en azından sakallarımı düzeltip, biraz adama benzeme çabam kendimce "Daha buradayım. Sakallarımı düzeltemeyecek kadar kendimden vazgeçmedim. Merak etmeyin." duruşu sergilemekten ibaretti. İlk geldiğim zamanlar sakalımı bile düzeltemiyordum. Ama şuan ona ayıracak zaman buluyordum en azından. Bu benim için bir gelişmeydi...

       Her zamanki rutin işlerimi bitirip, bilgisayarın başına geçtim. Bugünkü planım tüm gün bilgisayar oyunu oynamaktı. Başka bir planım yoktu. Ben de her yaşıtım erkek gibi bunu yaptım. Kendi dünyamdan kaçmak için kafamı o bilgisayar ekranına gömdüm ve bir ruha dönüştüm... Saatler su gibi akıp geçerken benim tek yaptığım bilgisayar oynamaktı. Dünden kalan makarnam bugünkü akşam yemeğimdi. Yani daha fazla oyun oynayabilirdim. Yorulduğumu fark ettiğimde kalkıp biraz kitap okumaya çalıştım. Samed Behrengi'nin basit ve anlaşılır bir dili vardı. Beni büyülememişti. Ama zaman geçirmek için birebirdi. Bu aralar tek derdim oydu. Zaman geçirmek, zaman öldürmek, zaman...

       Çok fazla aynada kendime bakmıyordum. Rezaleti görmeye niyetim yoktu. Odalar arası gezinirken hep başım yerdeydi. Belki benimle konuşmaya başlar diye evin duvarlarıyla bile göz teması kurmuyordum. Hani bazen birinin yüzüne bakmasanız da size nasıl baktığını hissedersiniz ya. Ben de kafamı kaldırmasam bile duvarların bana nasıl baktığını hissedebiliyordum. Bana çok hüzünlü bakıyorlardı. "Haksızlar mı?" diye düşündüm ilk başta, sonra kendime gülüp "İlahi Viltis. Hiç evin duvarları haksız olur mu? Sen hiç haksız çıkan duvar gördün mü..?" dedim...

       Tekrardan oyunun başına döndüğümde hala tek derdim geyik avlamaktı. Kuşandım silahımı düştüm yollara. Tam bir oyun bağımlısı gibi davranıyordum. Yemeğimi bile oyun oynarken yiyor, bütün işlerimi aksatıyordum. Kendimi ihmal ediyordum. "Bugün de ben tembellik yapayım öyle değil mi?" diye düşündüm. Gerçekten geldiğim günden beri hiç durmadan sürekli bir şeyler yapmıştım. Kendime nefes alma zamanı tanımıyordum. Düşünmemek için sürekli bir uğraş buluyordum kendime. Böylelikle zihnimi dinlendirmiyordum. Büyük ihtimal migrenimin asıl sebebi buydu. Çünkü uğraşlarım genelde zihni yoran şeylerdi. Ve ben bu aralar dışarı çıkmadığım için bu uğraşlara çok fazla zaman harcamaya başlamıştım...

       Kalkıp yediğim tabağı mutfağa götürecek kadar kendimdeydim hala. Kendimi o kadar kaptırmamıştım. Bir ıhlamur çayı yapıp tekrardan bilgisayarın başına oturdum. Gerçekten hiç benlik bir şey değildi. Fakat denemek zorundaydım. Kesinlikle denemek zorundaydım. Çayım bittiğinde kendime süt koymaya karar verdim. Kalkıp süt koydum ve biraz da süt içtim. Elimden geldiğince farklı şeyler tüketmeye çalışıyordum. Vücudumun hangisine ihtiyacı olduğunu kestiremiyordum çünkü. Ben de ne buluyorsam mideye indiriyordum...

       Oyuna biraz ara verdiğimde saat neredeyse gece olmuştu. Tam o sırada hastaneden başka bir çalışma arkadaşım aradı beni. Bana gerçekten değer veren ve beni merak edenlerden biriydi. Sürekli mesaj atardı ama ben mesajlara çok bakamadığım için iletişim kuramazdık. O da şansını arayarak denemek istemişti. Saatlerce konuştuk. Nasıl olduğumdan, neler yaptığımdan, bundan sonra ne yapacağımdan... Kısacası muhabbet koyuydu. Sesinden üzgün olduğunu fark ettim ama bozuntuya vermedim. Duygusal konuşmalar yapmaya pek müsait değildim bu aralar. Yeteri kadar insanı ağlatmıştım. Bir tane daha "Neden gittin Viltis?" konuşmasını kaldıramazdım...

       Konuşurken yemekten konu açıldı. Şaka ile karışık bana artık başka bir şeyler yemem gerektiğini söyledi. Hatta bana yemek söylemek istedi. Teşekkür edip reddettim. çekmeceyi açıp farklı bir şeyler aramaya başladım. "Ah işte kuru fasulye. O halde yarına kuru fasulye yapayım." dedim. Birazcık nasıl yapacağım hakkında fikir aldıktan sonra fasulyeleri bir kavanoza koyup içini suyla doldurdum. Artık yarınki yemeğim belliydi. Yarın kuru fasulye yapacaktım. Tabi ki bir güzel onu da yakmazsam...

       Telefonu kapatıp oyunun başına oturmadan önce Almanca çalışmaya oturdum. Bugünkü kelimemiz "Sehe" yani "Görmek" demek. Daha sonra vakit kaybetmeden (Daha ne kadar kaybedeceksem) tekrardan oyunun başına oturdum. Bir yandan avlayacak geyik bulmaya çalışıyordum. Bir yandan da Muzaffer Sarısözen - Keklik Gibi Kanadımı Süzmedim şarkısını mırıldanıyordum "Keklik gibi kanadımı süzmedim. Murat alıp doya doya gezmedim. Bu kara yazıyı kendim yazmadım. Alnıma yazılmış bu kara yazı. Kader böyle imiş ağlarım bazı..." Bu şekilde yine ciddi saatler harcamaya devam ediyordum. Öyle ki bel ağrım katlanılmaz bir hal aldığında oyunu bırakıp biraz uzanmak zorunda kaldım...

       Evet daha iyi hissetmiyordum. Fakat üzerime üzerime sürekli gelen ağırlıklar da yoktu. Yerimde sayıyordum sadece. Ne düzeliyor, ne de kötüleşiyordum. Arada anlamsız yerlerde gözlerim dolmaya ve ağlamaya devam ediyordum tabi ki. Onu bir türlü düzeltemiyordum. En son direnmeyi bırakıp "Aksın akabildiği kadar. Belki de buna ihtiyacım vardır." dedim. Oyuna geri dönmek istiyordum. Bu aralar kaçışım o olmuştu. Böyle bir iki gün daha devam etsem oyun bağımlısından hiçbir farkım kalmazdı. Yine de fıtratımda oyun oynamak yoktu. İlk fırsatta oynamayı bırakacağımı adım gibi biliyordum. Samed Behrengi'yi alıp biraz daha kaçmaya devam ettim;

"...Her an ölümle burun buruna gelebilirim. Ama yaşayabildiğim sürece ölümü karşılamaya gitmem gerekmez. Bir gün ister istemez ölümle karşılaşacağım, bu önemli değil. Önemli olan benim yaşamamın ya da ölümümün başkalarının yaşamını nasıl etkileyeceği..."

Kendimle Baş Başayken - NevşehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin