Sabah 8'de yattığım için bu bölümde "Dün gece rüyamda..." diyerek başlamayacağım. Ufak da olsa bir rüya gördüğümü hatırlıyorum. Yaşlı bir amca Nevşehir sokaklarında yürürken, yolumuz bir şekilde kesişti. Muhabbet nasıl ilerledi tam hatırlamıyorum ama, bana Nevşehir hakkında bir şeyler anlatmaya başladı. Daha sonra "Fakat eve gitmem lazım. İstersen yürüdüğümüz yerde konuşalım." dedi. Başımla onayladıktan sonra evine doğru yol olmaya başladık. Bir merdivenden aşağı doğru indik. Bir sokaktan önce sola, daha sonra sağa döndük. Bu arada bana "Sen yakışıklı bir adamsın. Etkileyemeyeceğin insan yok." gibisinden şeyler söylüyordu. Tabi ki bu cümlelerin hiçbiri beni etkilemiyordu. Ama kırmamak için sesimi çıkarmıyor, dinlemeye devam ediyordum. Evinin yakınlarındaki (İsmini söyledi ama şuan hatırlayamıyorum) bir sokak köpeğinden bahsediyordu bana. "Gidelim görürsün" falan diyordu. Ana yoldan karşıdan karşıya geçtik. Evi denize bakıyordu. Yolun kenarında bahsettiği köpeği arıyorduk. İsmiyle bir iki seslendikten sonra köpek çıkageldi. Hemen benim etrafıma dolandı. Onu mümkün olduğunca ürkütmeden sevmeye çalıştım. Denize doğru döndüğümde... Deniz... Burası... Nasıl olmuştu? Ben... Ben Mersin'deydim...
Uyandığımda dayanılmaz bir acıya maruz kaldım. Dün yediğim hurmalar bugün tırmalıyordu. Ayaklarım çok kötü durumdaydı. Bu sefer yara olmamışlardı. Bu sefer kaslarım çok kötü ağrıyordu. Lavaboya kalkmak istediğimde neredeyse yere düşecektim. Ciddi bir ağrı ile karşı karşıyaydım. Saat öğlen 16:00 olmuştu bile. Bütün gün yatmak istesem de evde ne yemek vardı, ne de yapmama gerek olmayan işler... O nedenle kalkıp ayaklarımı umursamadan işe koyulmalıydım. Öncelikle kirlilerimi makinaya attım. Onlar yıkanırken, bulaşıkları yıkayıp tezgahı topladım. Biriken çöp kovamı (Evet iki hafta sonra sonunda dolmuştu) dışarı çıkarıp attım. Ve akşam ne yapacağıma karar vermeye başladım. Dolapta 3 tane tavuk but kalmıştı. Onlar bozulmadan tüketmeliydim. "Eğer bir sos alabilirsem, güzel bir şeyler yapabilirim." diye düşündüm. Daha önce astığım çamaşırları toplayım, yenilerini astıktan sonra markete doğru yola çıktım...
Geçerken Yazmak Bey'in dükkanına uğradı. Bu sefer amacım kitap almak değildi. Selam verip biraz hoşbeş ettikten sonra "Yazmak Bey aslında bir sorum var size. Ben bayram için bir gömlek aldım dün. Fakat ütüm olmadığı için ütüleyemiyorum. Buralarda ütüleyebileceğim bir yer var mı? Ya da ütüsünü ödünç verebilecek birisi?" diye sordum. O da biraz düşündükten sonra "Valla hocam, buralarda öyle şeyler yok. Ütüsünü verecek kimse de yok. Ama eğer istersen bana getir. Ben ütületip yarın sana getireyim." dedi. İlk önce "Gerek yok zahmet vermeyeyim" falan diyecektim. Daha sonra mütevaziliği bir kenara bırakmam gerektiğini düşünüp "Çok makbule geçer Yazmak Bey. Teşekkür ederim." dedim. Tekrardan eve dönüp, gömleği aldım. Götürüp Yazmak Bey'in dükkanına bıraktım. "Yarın akşama doğru buradayım hocam. Gelip alırsın." dedi. Tekrardan teşekkür edip dükkandan çıktım. Sadece bir tane karikatür kitabı hediye etmiştim dostlarım. Ve 21 gündür istediğim kadar bedava kitap aldım. İstediğim zaman bedava ayraç aldım. Şimdi de bedavadan gömleğimi ütületiyordum. Tüm bunları "Bedavaya kitap verilir mi kitapçıya salak?" dediğiniz kitapla yaptım. Parayla satsaydım ne kadar ederdi 4 lira mı? 10? Benim matematiğim o kadar kuvvetli değil. İyi olan biri hesaplasın. 21 günde elde ettiklerimi hesapladığınızda, bir karikatür kitabı kaç liraya denk geliyor..?
Sadece sos almak için çıktığım yolculuk beklediğimden daha çetrefilli olmaya başladı. Zincir marketlerde muhakkak bulunur diye düşündüğüm için ilk önce Bim'e girmiştim. Bulamayınca Şok'a girdim. Orada da yoktu. Yahu bu memlekette bir tane adam yok mu yemeklerine barbekü sosu döken? Bu kadar mı ihtiyaç duyulmadı? Biraz daha ileri gittikten sonra sonunda A-101'de buldum. Aklıma ilginç bir yemek gelmişti. Bazı günler böyle doğaçlama yemekler yapmayı seviyordum. Yuvarlak bir ramazan pidesi alacaktım. Ekmeği ortadan ikiye keserek açacaktım. Tavukları kaynatıp etleri ayıracaktım. Daha sonra tavuk suyuna salça katıp, sos kıvamına getirdikten sonra ekmeğin üzerine yayacaktım. Ayıkladığım tavukları da üzerine yerleştirecektim. Üzerine gerekli gördüğüm baharatları ve aldığım barbekü sosunu döktükten sonra, sıcak tencerenin üzerinde buharla yumuşatıp kenarlarını kızarttığım ekmeğin diğer kısmını üzerine kapatacaktım. Ve sonuç olarak devasa bir tavuk dürümüm olacaktı. Ne fikir ama...
Sosu aldığım yerde istediğim boyutlarda bir ekmek de bulunca gelmişken onu da aldım. Kasaya doğru giderken bir kitap rafı yaptıklarını gördüm. Yeteri kadar okumam gereken kitap vardı. Bu nedenle almayı düşünmüyordum. Gideceğim yerlerde ne kadar az kitap taşırsam o kadar iyiydi benim için. Sadece bir tane kitap aldım rafın arasından rastgele. Bakmadan aldığım kitabın adı "Duygusal Zeka" dostlarım... Duygusal zekanı nasıl kontrol etmen gerektiğini anlatan bir kişisel gelişim kitabı. Hayat benimle dalga mı geçiyor dostlarım? Bu ne demek oluyor şimdi? İlk önce geri yerine koydum kitabı. Sonra tekrardan elime aldım. Üzerindeki komik fiyatı görünce (6-7 lira falandı) ihtiyacım olmamasına rağmen almaya karar verdim. Belki de ihtiyacım vardır kim bilir? Dışarı çıktığımda elimdeki ekmeği fark ettim. Eve giden yol çalıştığım fırının önünden geçiyordu. Ben onları unutmuştum. Ekmekle önlerinden geçmemin hoş durmayacağını düşündüm. O nedenle eve üst sokaklardan gitmeye karar verdim. "Ah Viltis ah! Bu kadar ince düşünmek zorunda mısın?" diyebilirsiniz dostlarım. Yolumu biraz uzatmıştım. Ama karşılığında bilmeden birinin kalbini kırmaktan kurtulmuştum. Bence sergilediğim davranış bunun için değerdi...
Eve geldiğimde 21 gündür ilk defa bir kitaba para vermiştim. Bir an önce okumak istiyordum ama ilk önce bitirmem gereken kitaplar vardı. Ben de şimdilik onu kenara koyup yemeğimi hazırlamaya koyuldum. Tavuklarım haşlanırken Ben de Sagopa Kajmer - Sertlik Kanında Var Hayatın parçasını söylemeye başlamıştım "Bi' sert tavırla karşılarsa seni hayat. Bi' dirsek darbesi kadar da can yaksa, buna da dayanacak o gücü bulursun. Sertlik kanında var hayatın, anladın mı hayatım? Anlattım ben..." Tavuklarım haşlanmaya yakın ekmeğimi ikiye böldüm. Haşlandığına emin olduğum tavukları tencereden çıkarıp, güzel tavuk suyunu bir kavanoza boşalttım. Ezan okunuyordu ki ben hala hazırlayamamıştım. Dolaptan salçamı çıkardım. İçini açtığımda köşesinde küçük bir küf olduğunu fark ettim. "Hadi ama dolap. Salçamı küflendirmiş olamazsın. Daha yarısına kadar dolu bu..." Küfü kenarından alıp, içini kontrol ettim. Bir kaşıkla tadına baktığımda çok bir şey anlayamadım. İyice kontrol ettiğimde içinde bir küf göremedim. Ben de "Ölmem ya" diyerek sosumu hazırladım. Ekmeğin büyük olduğunu hesap edememişim ki, salça yetmedi. Biraz daha koydum. Sonra kaşığın üzerindeki salçayı ağzıma attım. "Sen biraz ekşi misin? Bir şey yok Viltis. Vitamindir o vitamin..."
Kavanozdaki tavuk suyunu içtiğim yerde ekmeğimi hazırladım. İçeri geçip tavuk suyum eşliğinde yemeye başladım. Henüz yarısını bitirmiştim ki tıkandım. Ve daha fazla yiyemedim. Önümdeki yemeği yarım bırakmaktan nefret ediyordum. Ne zaman bir yemeğe otursam çatlasam da o yemeği bitirmeye çalışırdım. Bir parça ekmek dahi olsa hep şey düşünürdüm; "Ben 3 gün aç kalsaydım bu ekmeği nasıl bir iştahla yerdim? Peki şuan dünyada 3 gündür aç kalan insanlar yok mu? Onlar bu ekmek parçasına neredeyse tapacaklarken, ben kim oluyorum da küstahça onu elimin tersiyle itip çöpe atılmasına izin veriyorum?" Bu size çok derin bir düşünce gibi gelebilir dostlarım. Ama değil. Emin olun bu olması gereken. Herkes her yemeğe oturduğunda benim gibi düşünseydi şuan dünyada bir tane aç insan kalmazdı. Maalesef ki biraz daha zorlasam da yemeğimi bitiremedim. "Sana ders olsun Viltis. Bir daha ne kadar yemek yaptığına dikkat edersin." Kendimden nefret ederek, zorla da olsa içindeki tavukları yedikten sonra ekmeği bir poşete attım...
Ekmekleri etini sıyırdığım tavuk kemikleri ile bir poşete koyup, dışarı götürdüm. Çöpün yanına güzelce açıp koydum. Umarım gelip hayvanlar yer de ben de biraz olsun vicdan olarak rahatlarım. Tekrardan eve döndüğümde, yine bir güzel bulaşık birikmişti. Kendime bir kahve yapıp, geçip yatağıma uzandım. Elime telefonu aldım ve Almanca çalışmaya başladım. Bugünkü kelimemiz "Genau" yani "Aynen" demek. Daha sonra biraz daha etrafı toparlayıp duşa girdim. Bugün ilginç bir şekilde çok susuyordum. Açıp biraz The Stranger Things izlemeye karar verdim. Gece bayağı geçmişti ki, dizinin devamını merak etmeme rağmen kapatıp elime Bircan Yıldırım'ı aldım. Yavaş yavaş ve düşüne düşüne okumaya başladım. Hayatımda böyle bir kitap okumadım dostlarım. Sadece benim için yazılmış bu kitap. Beni kurtarmak için yazılmış;
"...İçimdeki çocuk avazı çıktığı kadar "Burası güvenli bir yer değil, kimse bana sahip çıkmıyor, yalnızım, eksik, yetersiz ve sevilmeye değer olmadığım için kimse sesimi duymuyor!" diye bağırıyor. İçimde bu çocuğun yaydığı güvensizlik uyaranı beni bu şekilde üzecek, yaralayacak tepkileri verecek kişilerin hayatıma girmelerine neden oluyor. Sesimi onlar duyabiliyor çünkü sadece onlara bu ses tanıdık geliyor..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kendimle Baş Başayken - Nevşehir
RastgeleHer şeyini geride bırakıp kendini bir bilinmezliğe doğru sürükleyen Viltis, yıllardır sahip olamadığı huzuru ve mutluluğu bulmak için bir yolculuğa çıkar. Geçmişi ile ilgili her şeyi geride bırakan Viltis, duygusuz ve saf mantık dolu bir hayat yaşam...