5. GÜN - SINIRSIZ KÜTÜPHANE

9 0 0
                                    

       Gece rüyamda yine ilginç bir şey gördüm. Sizi temin ederim dostlarım, bunları sizi etkilemek için anlatmıyorum. Anlattığım rüyalar gerçekten her gece gördüğüm rüyalar. Sanırım benimle devam edecekseniz bu tür ilginç rüyalara alışmanız gerekecek. Rüyamda küçücük bir çocuğu hastanenin içinde bir takım insanlardan kaçırmaya çalışıyordum. Bir hastanenin içine sıkışmıştık ve çocuğu bir şekilde korumaya çalışıyordum. Sanırım koruduğum çocuğu tanıyordum ama şu an kim olduğu hakkında net bir şey hatırlamıyorum. Bilinçaltım bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Ama ben bir türlü çözemiyorum. Ne istiyorsun benden bilinçaltı?

       Öğlen saatlerinde uyandım. Tadım iyice kaçmıştı, çünkü eskiye döndüğümü fark ediyordum. Bu nedenle bugünkü planım tembellik etmekti. Gerçekten içimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Neredeyse bütün gün oturup The Sandman'i bitirdim. Sonra o da beni kesmedi. Oturup Freud'u da bitirdim. Daha sonra birazcık Almanca çalıştım. Bugünkü kelimemiz "Pferd" yani "At" demek. Freud'u da bitirdikten sonra kendime okuyacak başka kitaplar aramaya başladım. Dostum müzik'in kütüphanesine tekrardan uğradım. Ve zaten 5 tane kitaptan oluşan kütüphanesinde harika bir kitap daha buldum. Kitap Sofie'nin Dünyası'ydı. Yıllardır adını duyduğum ve çok okumak istediğim kitabı yine dostumun kütüphanesinde bulmuştum. Bu ne demek olabilirdi? "İşte sana fırsat Viltis. Oku... Vaktin varken oku..."

       Dizi izlemek, okumak ve yazmaktan sıkıldıktan sonra gözüm Sait Faik'in kitabına takıldı. Bugün büyük gündü. Bugün Nevşehir'deki ilk arkadaşımı edinmeye gidecektim. Saat 5 buçuğu geçmişti. Bu demek oluyordu ki şuan dükkandaydı. Hemen hazırlanıp, elime kitabı alıp dışarı çıktım. İçimde güzel hisler vardı. Doğru bir şeyler yaptığımı hissediyordum. "Kitap takas edip biraz sohbet edeceğim. Şansım varsa arkadaş edineceğim. Bunda ne gibi bir kötülük olabilir ki?" Yavaşça içeri girdim ve gülümsedim. Beni görünce hemen tanıdı ve "Ooo hoşgeldin hocam." dedi. "Hoşbuldum. Kolay gelsin. Rahatsız etmiyorum umarım. Kitabı getirdim. Takas için" dedim. "Ah evet. dünkü karikatür kitabını okuyorum. İçinde çok güldüğüm şeyler de oldu. Bakın hatta burada hala." diyerek bana verdiğim kitabı gösterdi. Mutlu olmuştum. Altı üstü bir kitaptı. Maliyeti pek bir şey değildi. Ama bir insanı mutlu etmeye yetiyordu. Hem de en az iki gün boyunca. "Ben okurken çok zevk aldım. Sizin de seveceğinizi düşündüğüm için size hediye etmek istedim." dedim. "Ne iyi ettiniz. Çok teşekkür ederim." dedi. "Fazla vaktinizi almayayım. Takas için gelmiştim." deyip elimdeki kitabı uzattım. Kitabı hemen tanıdı. "Harika bir kitaptır. Tertemiz hem de. Gelin. bütün kütüphanem arkada." diyerek dükkanın arkasını işaret etti. "Hemen bakalım o halde." dedim. "Sonuçta artık benim de kütüphanem sayılır..."

       Arka tarafa geçtiğimizde beklediğimden daha büyük bir yer karşıladı beni. Eski ve klasik dönem kitapları vardı genelde. İtiraf edeyim hiçbiri dikkatimi çekmedi. Ama kitap kitaptır öyle değil mi? Önemli olan okumak. İlgimi hiç kaybetmemiş gibi heyecanlı bir şekilde raflara bakmaya devam ettim. Bu sırada Yazmak Bey (Biraz muhabbetten sonra hayatta en sevdiği şeyin ne olduğunu sorduğumda bana "Yazmak" dedi) bana bir kaç tane kitap çıkarıp göstermeye başladı. Bazı kitapların ilk baskılarını saklamıştı. 1950'lerden ilk baskı bir kitap gösterdi mesela. Çok yıpranmış bir kitaptı. Elime almaya bile çekindim. O kadar değerli bir kitaba benim yüzümden bir şey olsaydı inanın bana çok üzülürdüm. Sonra bana bir kitap uzattı. Oğuz Özdem'in "Yadırga" adında bir kitabı. "Bu kitap bana özel imzalandı. Yazarı da arada buraya uğrar. Belki denk gelirseniz sizi sohbet ettiririm." dedi. Sonra yazarının o dükkana uğradığı bir kaç kitap daha gösterdi bana. Neler oluyordu? Kimdi bu Yazmak Bey..?

       Uzun bir muhabbete girdik beraber. Meğer yayınevi de işletiyormuş aynı zamanda. Yazar bir sürü arkadaşı varmış. Kendisi de bir şeyler yazıyormuş. Sohbet sohbeti açtı derken iyice kaynaştık. Doktora bitirmiş, yayınevi olan bir kırtasiye sahibi... Benim hakkımda bir şeyler sordu. Ben de kısa cevaplar vererek yanıtlamaya çalıştım. Bir şeyler öğrenmeye gelmiştim. Bir şeyler öğretmeye değil. Kendimden bahsetmek istesem Mersin'i terk etmezdim. Başımdan geçen yolculuğu kısaca anlatınca, haliyle garipsedi. "Hocam gerçekten şimdi siz mutluluğu ve huzuru bulmaya mı çıktınız?" dedi. "Evet. Neden olmasın?" dedim. "Hocam gerçekten mutluluğu ya da huzuru bulabileceğinize inanıyor musunuz? Gerçekten öyle şeyler var mı?" dedi. "Var. Henüz bulamadım ama var olduğuna şahit olduğum birkaç insan tanıdım" dedim. En azından var olduklarına inanmak istiyorum...

Kendimle Baş Başayken - NevşehirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin