Bölüm 28 | Otuz Beş Binde Bir

27.3K 2.2K 1.5K
                                    

İyi akşamlar <3

Size yine detaylı bir bölüm getirdim. Bildiğiniz üzere artık cevaplar aldığımız bölümlerdeyiz. Bu yüzden dikkatli okumanızı isterim. Sonra da bunu tartışalım istiyorum. Çok heyecanlıyım gelecek bölümler için.

Oy ve yorum bırakmayı unutmayın, keyifli okumalar diliyorum hepinize <3

Twitter'da #Biby tayini kullanarak attığınız tüm twitlerinizi okuyorum. Hikayemize destek olabilirsiniz *-*


Cehennemde açan cennet çiçeklerine...

Cehennemde açan cennet çiçeklerine

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




BÖLÜM 28 | OTUZ BEŞ BİNDE BİR

♪ Distrations - Fabrizio Paterlini

♪ Low Mist: Day 1 - Ludovico Einaudi

♪ Nocturne No. 20 - Chopin, Joshua Bell

♪ Dance For Me Wallis - Abel Korzeniowski



Bir dizi izlemiştim seneler önce. Her sabah mezarda koşan bir kadın vardı. Mezarda koşmamasını söyledi ablası ona; bu ölülere hava atmaktır dedi ona. Fakat o ana kadar yaşamıyla hava atan değil ona tutunmaya çalışan birini izlediğimi düşünmüştüm. Koşuyoruz hepimiz bir patikada.  Yolun kenarları bir zamanlar değer verdiklerimizin mezarı. Sapmalar, sancılar ve çığlıklar, uykumuzdan uyandıran bizi. Geleceğe yürümek için geçmişi arkada bırakmak zaruri. Fakat yolun rotası onun elinde çizili. Ne bırakabilirsin ne de tutabilirsin elini. Bu omuzlarımdaki kimin izi? Zihnim güvenli sığınayım. Oraya kaç kişiyi sığdırayım? Kalbimdeki kırıkları nereye ayırmalı ki canımı yakmasın? Hangisi doğru? Hangisi yanlış? Kime kulak asmalı? Kimi dar ağacına? Etiğe mi kurulmalı ahlaka mı vicdan mahkemesi? Kimin yönetecek kadar var muhakemesi? Güvenin olmadığı yerden doğar mı insanın güneşi? Elbet solar sıradağda filizlenmeyen cennet çiçeği. Ve işte o gün güneş batıdan doğacak bizim için.

Bir koridorda yürüyorum. Kırmızı halı döşenmiş yerlere. Öyle sıcak ki yer, yanıyor ayaklarım. Kırmızı bir elbise var üzerimde. Ağırlığı altında eziliyorum. Birini arıyorum. Koridor kapılarla dolu fakat kilitli her biri. Anahtarlarını bulamıyorum bir türlü. Bir kapı, iki kapı derken zaman geçiyor. Yirmi dokuzuncu kapıdayım. Elimde anahtarı. Kan var ellerimde. Bu kimin kanı? İçimde bir korku var. Yine kimi kaybettim? Ben miyim sebebi? Niye bu kadar korkuyorum? Ben yapmadım. Ben yapmadım.

Anahtarı kapıya sokmak istiyorum ama bir anahtar değil bu, bir bıçak. Kapının arkasından sesler geliyor. Gülüyorlar sanki. Kapıyı tıklatıyorum beni de içeri almaları için. "Aral!" diye sesleniyorum içeri. Açmıyorlar. Beni içeri almıyorlar. Kapıyı elimdeki bıçakla açmaya çalışıyorum. Zorla açıyorum kapıyı. Herkes içeride. Aral, Deniz, Ekin, Kuzey, Güney, Doğu, Batı, Melek, Güneş abla, Alpaslan abi, Mehmet Ali, Balın, Şahin, Kürşat, Alin, annem... hatta Hükümdar Çakırca, Ender Çakırca ve babam bile orada. Ben yokum bir tek. Bensizken gülen yüzleri, asık şimdi beni gördükleri için.

BAZI İNSANLAR BÖYLE YAŞARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin