𓆩 𝗍ᥕᥱᥒ𝗍ᥡ-𝖿᥆ᥙr 𓆪

295 19 18
                                    








yüksek miktarda fırtınadayım dinleyerek yazılmıştır, yapılması önerilmez. akıl sağlığınız için en azından.











Kalbim, ona baktığımda sevgiyle değil, acıyla ağrıyor.

Bağırıp mutfakta üçümüzü ardında bırakan Rin'in arkasından kapı pervazında takılı kalmıştı gözlerim, çeperi acıyla sızlıyor, görüşüm zamanla bulanıklaşıyordu. Gözlerim yaşlarla dolup, aklım olan biteni idrak etmeye çabalarken Ran'ın sesi yükseldi mutfağın içinde. "Hay sikeyim." oturduğu yerden fırlayıp Rin'in az önce çıktığı yolu takip etti, ama çok geçmeden, en dışardaki metal kapının kapanma sesi doldurdu boş evi.

Gitti.

Bununla beraber gözyaşlarım durmadan yanağımdan indiğinde dakikalar önce birlikte yemek yediğimiz masaya takıldı gözlerim, neler olmuştu ki az önce?

Bedenimin etrafına kollar sarılana kadar hâlâ öylece durup ağladığımın farkında bile değildim, Ran'ın tanıdık sesi kulağımı doldurduğunda bu hıçkırmaya başlamam için yeterli bir sebepti. "Şştt, tamam prenses sorun yok."

Şoktan çıkıp hüzne bulanan aklım kendini serbest bıraktığında, bedenim Ran'ın bedenine tepki verdi, kollarım yavaşça karnına sarılmışken boğuk hıçkırıklarım doldurdu bu sefer sessiz mutfağı.

Bir eli nazikçe sırtımı okşarken ben gözlerim kapalı, karanlığın içinde öylece düşünüyor, düşündükçe sesim yükselerek ağlamaya devam ediyordum. "Sorun değil tatlım ağlama, ben onu bulup getireceğim tamam mı?"

Duygularımı normalde dahi bastırmakta pek iyi değilken, Rin'in bana sırt çevirmesi, daha doğrusu, onun yanından başka hiçbir yere ait hissetmezken beni kovması, sadece kalbimin değil tüm bedenimin acıyla sızlamasına sebep oluyordu. Buhran içindeydim, tek bildiğim Ran'ın bana sarılmaya devam ettiğiydi, o konuşmayı seçene dek. "Takip et şunu, bir aptallık yapmasın."

Karşılık bir cevap duymasam da zar zor kendimi susturmayı başararak kollarının arasından sıyrıldım, orda öylece kalıp ağlayamazdım, Rin'in kolları gibi hissettirmiyordu işte. "Onu istemiyorum." zorlukla konuşabildim hıçkırıklarım arasında, bedenimde gezinen tek bir istek vardı, az önce onun yaptığı gibi bu evi terk etmek.

"Konuşmanız gerek, prenses. Sen onun eşisin, seni evden kovam-"

"Gitmek istiyorum." lafını böldüğümde gözleri benimkileri yakaladı, elleri nazikçe iki omzuma yerleşti ardından.

"Bak, anlıyorum ama oraya dönmeni de istemiyorum." titreyen ellerimle gözlerimin altını sildikten sonra toparlayabiliyordum ancak aklımı, bana arkasını dönmüşken 'evinde' daha fazla durmayacaktım.

"Önemi yok Ran." etrafa son kez baktıktan sonra yapacak bir şey kalmadığını düşünerek, Ran'ı mutfakta bırakıp yatak odasına yönelttim adımlarımı. Sadece birkaç saat önce bile gülüşerek üstümüzü değiştirdiğimiz odaya, şimdi burayı geride bırakmayı planlayarak kıyafetlerimi toplamak için girmek acı vericiydi.

Belki Ran'ın kastettiği gibi fevri davranıyordum, düşünmeden hareket ediyordum ama kalbim aynısını bağırmıyordu. Onu bulup getirseler bile yanında uyumak bir kenara, görmek istemeyecek kadar kırgın ve sinirliydim.

Tanrım, kötü biri olduğumu biliyorum. Ama ilk kez ait hissedebildiğim bir evden böyle gitmek zorunda kalacak kadar kötü biri olduğumu bilmiyordum.

Ama Rin, biliyordu.

Ellerim dolabın altında köşeye itelediğim çantayı yakalarken peşimden gelen ayak sesleri umrumda dahi değildi, aklımda dolanan tek şey burdan bir an önce çıkıp gidebilmekti.

salvatore, | rindou haitani. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin