mr. cocky is back

594 106 30
                                    

Bir an önce uygun bir ev bulacak ve kardeşimle birlikte yeni hayatıma başlayacaktım.

Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmem gerekiyordu.
________

"Kıpırdamadan duramaz mısın sen?"

Oflayarak gözlerimi devirdim.

"Duramam. Duramıyorum."

Chan arabayı sürüyor, Changbin de yanındaki koltukta oturuyordu. Minho ve ben ise arkada tartışmakla meşguldük.

"Rahatsız oluyorum."

"Umrumda değil, hyung."

Kaşlarını çatatak bana baktı.

"Dakikalar sonra alçılarım çıktığında canına okuyacağım."

Aynen öyledir tarzı bir bakışla önüme döndüğümde, Changbin'in bize attığı öldürücü bakışları fark edip şirince gülümsedim.

Gözlerini devirdi ve konuştu.

"Sevimli değilsin."

"Ama sen öylesin!"

Ellerimi uzatıp Changbin'in yanaklarını mıncırdığımda garip garip sesleri çıkarıp elimi itse de güldüğünü görüyordum.

Tabii gözlerini yoldan ayırmadan tüm dişleriyle gülen diğer kişi de Chan'dı. Sanırım insanlardan nefret eden sevgilisinin başka bir insanla küçücük bir diyaloğu bile mutlu ediyordu onu.

Minho ise... O bir garipti bugün. Kahvaltıda olan olaydan sonra bana garip davranıyordu. Sanki eski haline geri dönmüş gibiydi.

Şimdi ise Changbin'le uğraşıp duran bana ve pes edip sürekli gülümseyen Changbin'e bakıp duruyordu.

Araba hastanenin önünde durduğunda gözlerini bizden çekti ve Chan'ın onu indirmesine izin verdi.

Hiçbirimizle tek bir kelime dahi konuşmadı ve doktorla birlikte odaya girdiler.

Çok uzun olmayan bir süre sonra yürüyerek kapıdan çıktı. Uzun zamandır üzerine basmadığı için biraz sendeliyordu tabii.

"Minho son--"

"Eve gidin Changbin. Chan, sonra konuşuruz."

Beni kolumdan tutup çıkışa sürüklediğinde ve onları geride bıraktığında yapabildiğim tek şey şaşkınca bakmak oldu.

Sonra yaptığı saçmalığı fark edip onu durdurdum.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"Asıl sen ne yapıyorsun?"

Pekala, bağırmasını asla beklemiyordum.

Çevredeki birkaç bakış bize döndüğünde beni kenara çekip daha kısık sesle ama yine hararetle konuşmaya başladı.

"Changbin'e öyle davranma sebebin neydi? Aptal mısın? İğrenç görünüyorsun."

Kaşlarımı çattım.

Bir insanla arkadaş olmanın neresi iğrençti?

İkimizde erkek olduğumuz için böyle söylüyordu biliyordum ben bunu. Yönelimimi bildiği içindi bu saçma sapan davranışı.

"Ne diyorsun ya?"

Kolumu gittikçe daha çok sıkıyordu. Canım yanmıyordu -henüz- fakat o sıktıkça olay daha da saçma bir yere geliyordu.

"Changbin senin iğrenç düşüncelerine hapsedebileceğin biri değil. Ondan uzak dur. Bir daha ona o kadar yakın davrandığını görürsem-"

"Ya bi siktir git! Ne sanıyorsun önüme çıkan her erkeğe potansiyel ilişki adayı olarak baktığımı mı? Biliyor musun asıl iğrenç olan sensin!"

Alayla güldü. Kolum artık acıyordu ve ben ona belli etmeden kurtulmaya çalışsam da başarısız oldukça sinirlenmeye başlıyordum.

Ben sinirlenirsem, asla susmamak üzere konuşmaya başlardım.

"Her konuda o kadar rahatsız edicisin ki anlatamam. Hayatımın en büyük şanssızlığı senin gibi birinin evimde olması şu an."

Gözlerimin dolmasından nefret ediyorum.

Yutkundum. Söyleyebilecek tek bir kelime dahi bulamadım o an. Haklı değildi, ben iğrenç değildim. Ama rahatsız olması ve benim varlığımı şanssızlık olarak görmesi karışabileceğim ya da itiraz edebileceğim şeyler değildi.

"Kolumu bırakır mısın artık?"

Oldukça sakin ve yalvarır gibi çıkan sesime karşılık şaşırmış olacak ki kolumdaki tutuşunu gevşetti ancak tamamen bırakmadı.

Yutkundu. Gözlerini bok varmış gibi dolan gözlerimde gezdirdi.

Titriyordu. Göz bebekleri titriyordu. Sinirden olmalıydı.

"Bu gece gideriz. Zaten ihtiyacın kalmadı."

Yavaşça kolumu kurtardım ve tuttuğu yeri ovuşturarak acısının azalmasını umdum.

Ne var biliyor musunuz? Şimdi arkamı dönüp 'al evini götüne sok' diyip gidemiyordum.

Mecbur yine onu bekleyecektim ve birlikte eve gidecektik işte.

Gerçekten dünyanın en berbat duygusuydu bu. En berbat.

Sessizce ve yavaşça yürümeye başladım. Bir süre sonra o da sessizce yanımda yürümeye başladı.

Konuşmadık uzunca fakat sonra o bu sessizliği bozdu.

"Fast food yemek istiyorum."

Başımı salladım.

İstiyorsa yerdi. Bundan bana neydi ki?

"Bir alışveriş merkezi var. Orada çok sevdiğim bir restoran var. Hadi gidip hamburger yiyelim."

Kesinlikle dalga geçiyor olmalıydı.

"Şu an bana, birlikte yemek yemeye gidelim mi diyorsun?"

Birkaç mırıltıyla onayladığında alayla güldüm.

"Eşyalarımı toplayacağım hyung. Sen hamburgerini kendin ye. Görüşürüz."

Bir şey söylemesini beklemeden yürümeye başladığımda peşimden gelmedi. Bir taksi çevirdiğini gördüm.

Tabii ki peşimden gelip ısrar etmesini falan beklemiyordum. Ne alakası var?

Bir adam nasıl birden bu kadar sinir bozucu birine dönüşebilir diye düşüne düşüne yürürken, onun aslında hep o sinir bozucu adam olduğunu hatırladım.

Yaralandığında hasta psikolojisine girmiş ve olmadığı biri gibi -yani biraz daha nazik (?)- davranmıştı fakat iyileştiğinde o psikolojiden çıkmış, özüne dönmüştü.

Ciddi anlamda eşyalarımı toplayacaktım dönünce. Çünkü Bay Ukala geri dönmüştü ve benim onunla uğraşacak küçücük bile halim kalmamıştı artık.

hey yoo!

bolumu kontrol etmeden attim umarim cok hatam yoktur :(

ficlerimle ilgili gelismelerden haberdar olmak isterseniz beni takip edebilirsiniz staalarim

neyse, nasilsiniz???

ben iyiyim sanirim siz de iyi olun

sizi seviyorum ve opuyorum kocaman

mmmmwah

chemistry, minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin