smell and sound

585 114 57
                                    

yorum istiyorum yazma
istegim artsin diye.
~

Gözlerimi kapadım ve uyumadan önce hep yaptığım gibi Tanrı'ya dua ettim.

Bu yeni hayat ikimize de çok iyi gelsin. Tek bir gözyaşı dahi mutsuzluktan dökülmesin.
________

MINHO

Tanrı'nın verdiği el ve ayağın önemini anlamak için onları bir süreliğine kaybetmem gerekiyormuş meğer.

Sonunda evimde kendi başıma yürüyüp, ihtiyacım olan her şeyi kendi başıma yapabildiğim için defalarca kez şükrederken acıktığımı hissettim.

Zaten izlemediğim televizyonun karşısından kalktım ve mutfağa geçtim.

Dolabı açtığım an beni düzenle dizilmiş meyve suları karşıladı. Derin bir nefes aldım. Birkaç saat öncesine kadar bu evde, meyve suyuna aşık biri yaşıyordu.

Dolabımda her zaman bulunan peynirli sandviçten bir tane aldım ve masaya oturdum.

Bu kez gözlerim masanın üzerinde duran beyaz renkli kredi kartına takıldı. Ben nasıl olsa alışverişe gidemediğim için onda kalmasını ve evin ihtiyaçlarını onun almasını söylemiştim.

O ise kendi kartıymış gibi evde ihtiyacımız olandan çok canının çektiğini alıyor, sonra da 'kendime bir şeyler aldım haberin olsun' diyerek herhangi bir cevap beklemeden aldıklarını yerleştirmeye gidiyordu.

Tabii ki bunu, ona kızmadığımı bildiği için yapıyordu. Bu konudan en ufak bir rahatsızlık duysaydım, asla yapmayacak kadar gururlu olduğunu çok iyi biliyordum.

Şimdi ise o kendininmiş gibi kullandığı kartı bir daha kullanmamak üzere bırakmıştı.

Gülümsedim. Nedenini bilmiyorum.

Kalktım ve dolaptan nefret ettiğim meyve sularından birini alıp içmeye başladım.

Yine, nedenini bilmiyorum.

Bitirdiğimde kutusunu çöpe attım ve mutfaktan çıkıp üst kata çıktım. Bir anda kendimi onun odasının önünde buldum.

Bilerek hiçbir şeyini bırakmayacağını bildiğim kadar mutlaka bir şeyler unutmuş olacağını da biliyordum. Çünkü çok dağınık biriydi.

Kapıyı açtım ve içeri adımımı attığım an durdum.

Anında burnuma dolan onun kokusuydu. Rahatsız hissettim. Kötü koktuğundan değil, sevmediğimden. Biraz burnum alıştığında içeri girdim ve etrafa bakındım.

Görünüşte bir şey yoktu ama detaylı baktığımda yatağın altına kaçmış olan iki çift çorap ve bir tişörtle kendi kendime güldüm.

Çok dağınık olduğunu söylemiştim. Yatağın altından kendisi bile çıkabilirdi. Şaşırmıyordum asla.

Odadan çıkıp çorapları banyodaki kirli sepetine attıktan sonra elimdeki tişörtüyle birlikte balkona çıktım. Onu yıkamak aklımın ucundan bile geçmedi.

Nedenini sormayın. Bilmiyorum.

Tişörtü güzelce silkeledikten sonra içeri geçtim ve kendi odama girip yatağıma oturdum.

Bir süre elimdeki siyah tişörtle bakıştım. Ona baktığımda gözüme sahibi geliyordu. Alaylı gülüşümün yüzümden silinmesi mümkün değildi çünkü şu an bu yaptıklarım bana çok mantıksız ve aptalca geliyordu. Ama yine de devam ediyordum.

Daha ne kadar aptallaşabilirim diye düşünürken tişörtü burnuma yaslayıp az önce beni rahatsız ettiğini söylediğim kokuyu içime çekerken buldum kendimi.

Sikeyim.

Ne diye böyle saçma sapan hareketler yapıyordum ki?

Tişörtü gelişigüzel yatağımın üzerine fırlatıp az önce başından kalktığım televizyonun önüne indim. Tabii yine izlemiyordum onu. Öylece önümde ses yapıyordu yalnızca. Çünkü birkaç haftada çok sesli bir ortama alışmıştım. Şimdiyse hiçbir ses yoktu. Jisung gittiği saniyeden beri evde tek bir çıt bile çıkmıyordu.

O an, önceden nasıl bu kadar sessiz ve sıkıcı bir ortamda yaşayabildiğimi düşündüm. Sanki Jisung ve gürültüsü hep vardı ve ben hep o seste yaşamaya alışmıştım.

Kumandayı en büyük düşmanıma dokunuyormuş edasıyla alıp sesi iyice yükselttim.

Gayin birini düşünüp durmak iyiden iyiye sinirlerimi bozuyordu ve ben düşünmemek için beynimi bile sökebilirdim.

O derece rahatsız ediyordu bu beni ama kendime de engel olamıyordum.

Saçmalık.

Onun gibi birini düşünmem tamamen saçma.

Bir kere benim en nefret ettiğim insan tiplemesiydi o. Çok konuşan, dağınık, gürültülü, inatçı, her şeyi en çok kendi biliyormuş gibi davranan gıcığın tekiydi.

Tek iyi yanı -ona karşı bunu asla kabul etmesem de- akademik açıdan çok zeki olmasıydı fakat bu hiçbir şey için yeterli değildi.

O bir erkekti ve benim, benim gibi bir adamın, kendi evinde başka bir erkeğin kokusunu ve sesini arıyor olması kesinlikle normal olamazdı.

Derin bir nefes alarak telefonumu elime aldım ve onun benim telefonumu da kendine aitmiş gibi kullandığını kanıtlayan fotoğrafları açtım.

Yemek yerken, dizi izlerken, öylece sohbet ederken, kısacası aramızın bir gram da olsa iyi olduğu her an ikimizi, bazen de üçümüzü çektiği fotoğrafları...

Gözlerinde her zaman bir şeyler parlıyordu. Hani insan çok mutlu olunca gözlerinin içi güler, ışıldar ya; aynen öyle. Ve ne zaman o küçük burnunu kendisini ilgilendirmeyen olaylara soktuğu için onu azarlasam o gözlerle baktı bana. Ve ben hep, inatla parlayan gözlerinden nefret ettiğimi düşündüm.

Fakat şu an bu düşünceden pek emin değilim.

Sanırım o kadar da çok nefret etmiyorum.

Gözlerinden, kokusundan, sesinden....
Ondan.

selam stay!

biraz Minho'nun ic catismasini gorelim istedim

sizinle bu bolumu yazarken dinledigim sarkilari paylasiyorum simdi:

Changbin ft. Chan - Streetlight
Zella Day - Jerome

sizi seviyorum ve opuyorum kocaman

mmmuuuuahh

chemistry, minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin