"Neden buradasın Jisung?"
"Ben... En son benimle iletişime geçmişsiniz ve bu yüzden beni aradılar."
"Ve sen de hiç düşünmeden geldin mi?"
Ne yapacaktım? Söylediğim gibi, bu öylesine bir şey değildi. Ne kadar sevmesemde hatta son olanlardan sonra nefret etsem de hayatı söz konusuyken nasıl görmezden gelebilirdim ki?
Sadece başımı sallamakla yetindim.
"Telefonumda Changbin ve Chan adında iki arkadaşım var. Onlardan birini ara, zaten beraber geleceklerdir. Sonra da git. Burada olmana gerek yok."
_______
Dediğini yapıp karşıma çıkan ilk kişi olan Chan'ı aradıktan sonra onlar gelene kadar bekleyeceğimi söyledim.
Hiçbir şey söylemedi. Belli ki o da beni suçluyordu kazayla ilgili.
Haklıydı.
Bir süre sonra el ele içeri giren iki adam gördüm. Endişe dolu gözlerle Minho'nun yanına ilerlediklerinde anladım.
Chan ve Changbin olmalıydı bunlar.
Görünüşe göre birliktelerdi. Ne güzel.
Hiçbir şey söylemeden sessizce odadan çıktım. Ama hastaneden çıkamadım.
İçimden bir ses gitmememi söylüyordu. O sesi dinledim.
Koridordaki oturma alanlarından birinde saatlerce bekledim. Chan ve Changbin bir süre sonra odadan çıktılar.
Beni gördüklerinde yanıma yaklaştılar.
"Minho gittiğini düşünüyordu. Ama ben gitmeyeceğini anlamıştım."
Kocaman gamzesiyle gülümsediğinde bile gülemiyordum.
"Nereden anladın?"
"Gitmeyecek gibi bakıyordun."
Cevap vermedim. Elini uzattı.
"Ben Chan."
"Jisung, memnun oldum."
El sıkıştığımızda bakışlarımı yanındaki diğer adama çevirdim.
Öylece bana bakıyordu. Sinirli gibiydi. Belki de değildi. Bakışlarından hislerini anlamak çok zordu.
İsteksiz bir tavırla o da elini uzattı.
"Changbin."
Memnun olduğumu belirtmek adına elini sıktım ve hafifçe eğildim.
Chan gülümseyerek -sürekli gülüyordu- elini Changbin'in saçlarına atıp küçük dokunuşlar bırakırken konuştu.
"Kendini suçluyorsun. Yapma Jisung. Senin suçun değildi."
"Minho onun yüzünden ölebilirdi Chan! Elbette kendini suçlasın!"
Chan'ın elini hızla iterek konuştuğunda korkunç geldi gözüme. Ama yine de ona karşı bir sempati kazandım.
Arkadaşına fazla değer veriyordu. Bu çok güzel bir şeydi. Daha önce hiç tatmadığım bir şey...
"Sakin ol sevgilim. İçeride bunu konuştuk. Minho da onu suçlamamızı istemiyor."
Ne?
Bay Lee beni suçlamıyor muydu yani?
"Peki Chan. Öyle olsun. Ama gidelim tamam mı? Onu görmek sinirlerimi bozuyor şu an."
Chan'ın cevap vermesini beklemeden ilerleyerek koridorun sonunda gözden kayboldu.
"Minho, Changbin için tahmin ettiğinden çok daha fazla değerli. Sadece korktuğu için böyle davranıyor. Onun adına üzgünüm Jisung."
"Üzgün olma. O haklı. Benim yüzümden bu halde."
Bir şey söylemedi. O da anlamıştı ne söylerse beni bu düşüncemden döndüremeyeceğini.
Sessizce selam verdi ve uzaklaştı.
Uzunca bir süre orada, Minho'nun odasının kapı önünde oturdum. Düşündüm.
Kendimi çok fazla suçlu ve ona bir şeyler borçlu hissediyordum.
Bir çözüm düşündüm. Bir yol. Ne yapacağımı düşünürken saatler geçirdim.
Aklıma saçma sapan bir sürü şey geldi. Sorun değildi. Ne kadar saçma olursa olsun bir şeyler yapmalıydım. Hiçbir şey olmamış gibi, benim yüzümden bu halde değilmiş gibi davranamazdım.
Aklıma gelen saçmalıklardan en mantıklı olanı ona açmaya karar verdim.
Odasının kapısını tıkladım ve cevap beklemeden içeriye girdim.
"Jisung? Geri mi geldin?"
Ona daha da yaklaştım ve yanında duran sandalyeye oturdum.
"Gitmedim aslında Bay Lee."
"Gitmeni söylemiştim."
"Ama gitmedim. Konumuz bu değil. Ben sizinle bir şey konuşmak istiyorum."
Başını pencereye çevirdi ve dışarıyı izledi.
"Senin benimle konuşacak neyin olabilir ki?"
Derin bir nefes aldım. Muhtemelen asla kabul etmeyecekti ama ben bir şeyler yapmak istiyordum.
"Bay Lee, bu süreçte birinin sizinle ilgilenmesi gerekiyor. Ben... Ben açık olacağım. Size karşı fazlasıyla suçlu hissediyorum. Bu yüzden siz iyileşene kadar sizinle ilgilenebilirim. Ama şey, sizin evinizde. Çünkü benim... Kalacak yerim yok."
Öylece yüzüme baktığında iç çektim. Ve yüzümü sıvazladım.
"Biliyorum çok karışık şu an her şey. Ama eğer kabul ederseniz, size her şeyi anlatırım."
Bir süre daha hiç konuşmadan öylece yüzüme baktı. Bu bakış öyle uzun sürdü ki bir ara gözlerimi kaçırdım.
Ardından iç çekti.
"Seni çok zorlarım. Yemek yapmak zorundasın. Kötüyse tekrar yaparsın. İyi olana kadar. Evimi, özellikle odamı güzelce temizlemek zorundasın. Kedilerimin bakımı çok önemli. Onlarla benden daha çok ilgilenmek zorundasın. Evim çok büyük. Bu işin de çok büyük olacak demek. Onca işin arasında bir de 'mükemmel' olduğun derslerinle ilgilenmek zorunda kalacaksın. Yine de bunu istiyor musun?"
İstemek değil de, zorunlu hissediyordum.
Zihniyeti hala aynıydı. Hala boktan bir öğrenci olduğumu düşünüyordu belli ki. Bunu derslerimin mükemmel olduğunu söylerken ki yüz ifadesinden anladım.
Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım.
"Evet Bay Lee. İstiyorum."
Gülümsedi. Sevimli, arkadaş canlısı ya da minnettar bir gülüş değil ama.
Alaycı, ukala... Korkunç bir gülüş.
"Öyleyse hazır ol, Han Ji Sung. Başın büyük belada."
Tanrım... Umarım sağlam kalan yerlerini de ben kırmak zorunda kalmam.
∵
Bu bolumu o kadaaar uzun surede yazdim ki...
Bi numarasi yok ama yine de beni cok zorladi :"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
chemistry, minsung ✓
Fanfiction" Senin, benim hayatımda hiçbir yerin olmaması gerekirdi. „ ~ yan shipler: changchan, hyunlix ~ @themoonnie bu ficteki en büyük destekçim. ~ |250622| |091023|