'fagot'

621 100 28
                                    

Müdürün hızlıca dersliğe girmesini ve adımı söylemesini beklemiyordum. Ancak bu olduktan sonra beni kendi odasına çağırmasını beklemiştim. Koridorun ortasında bağırması ve tüm öğretmenlerin sınıflarından çıkması beklediğim şeyler arasında kesinlikle değildi.
________

"Bu duyduklarım doğru mu!?"

Gergince etraftaki bizi izleyen birkaç öğrencide gezdirdim gözlerimi. Ardından müdürümüz Bay Kim'de tekrar durdular.

"Neden bahsediyorsunuz? Anlamıyorum."

Tiksintiyle bedenimi süzdü.

"Bir sapık olduğun doğru mu?"

Beynimde kıvılcımlar çıkmaya başlıyordu. Yüzümü buruşturarak baktım. Saygımı korumaya çalışmıyordum pek. Çünkü bu cümlelerin devamını az çok kesitiryordum.

"Ne sapığı ya? Saçmalık. Yok öyle bir şey."

"Kuşlar bana senin erkeklere olan ilginden biraz bahsetti. Doğru mu diye soruyorum ben de! Şu tipe bak. Doğru olduğu her halinden belli zaten!"

Bağırışlar yüzünden koridorda toplanan diğer kişilere bakıyordum stresle.

Herkes bizi izliyordu ama karşımdaki müdür olduğu için kimse sesini çıkarmıyordu.

Bizi izleyenler arasında Minho da vardı. Tam çaprazımdaki sınıfın önünde elleri iki yanında öylece durmuş, düz bir surat ifadesiyle bakıyordu.

"Öyleyse ne olmuş? Evet erkeklerden hoşlanıyorum fakat bu neden sizi ilgilendiriyor? Merak etmeyin yaşlılar ilgimi çekmiyor zaten."

Yavaş yavaş moraran yüzüne anlam veremiyordum. Bu durumun onu bu kadar sinirlendirmesine anlam veremiyordum.

"Terbiyesiz! Bu yaptığın ahlaksızlık!'

Güldüm.

"Ahlak?"

Daha büyük bir kahkaha attım.

"Ahlak mı? Karını öğrencilerinle aldatırken de düşünüyor musun ahlak nedir?"

Bunu nerden bildiğimi sorguladı bir süre gittikçe daha da moraran yüzüyle. Belki de bizi izleyen birkaç öğretmen yüzünden utandı fakat üste çıkmak böyleleri için çok kolaydı.

Bana, hiç beklemediğim bir tokat attığında tek bir öğretmenin bile sesini çıkarmamasıyla anladım bunu.

Minho'nun bile.

Minho, Minho, Minho. Sikeyim Minho'yu.

"Seni aşağılık ibne!"

İbne mi?

"Hem ibne hem de devlet müdürüne iftira atan bir yalancı!"

İbne?

"Annen seni doğurduğu için utanıyordur! Yüz karası!"

Annem..

"Bir hafta içinde kendine yeni bir okul bul Han Jisung! Yoksa gidecek bir okulun kalmayacak!"

Benim bir cevap vermeme fırsat vermeden arkasını dönüp hızlıca gitti.

Herkes hala bakarken kendimi sıkmaktan patlamak üzereydim.

Adımlarım hızlıca ona doğru gitti. Minho'ya. Bu bilgiyi tüm okula onun yaydığına emindim. Hiçbir şey yapmamış olması da bunu kanıtlıyordu çünkü bana göre eğer o yapmasaydı onca günün hatrına ağzını açıp bir 'durun' derdi.

Hızlı yürüyüşüm sayesinde bedenini benden gelecek her şeye hazırlar gibi diklendi.

Ona okul sınırları içerisinde olmasak bir tokat daha atardım. Fakat bunu yapmayacaktım, şayet yaparsam bana verilen bu bir haftalık süreyi de kaybederdim. Çünkü şimdi beni okulundan atmak için geçerli bir sebebi yoktu fakat o zaman olurdu.

Sadece karşısında kendimi ona vurmamak için sıkarken durdum.

"Sen,"

İşaret parmağımı sertçe göğsüne bastırdım.

"Çok aşağılık bir adamsın."

Yutkundu. Kasılan çene hatlarından kendini sıktığını anlıyordum.

"Jisung---"

"Sen!"

Tekrar sertçe yutkundu.

"Güvenilmez, nankör, saygısız birisin. Sen acımasız ve kötü birisin."

Gözümden artık tutmayı başaramadığım birkaç yaş akarken onun parmaklarının yumruğunu sıkmaktan beyazlaştığını fark ettim.

Tabii, gerçekleri söylemem onu sinirlendiriyordu muhtemelen.

"Ağır konuşuyorsun. Pişman olacaksın."

Bu cümleleri beni uyarır bir tonda söylüyordu. Gerçekten pişman olacağıma oldukça emindi konuşurken.

"Bilmelisin ki; senden çok nefret ediyorum."

Bu son cümlem sanki en ağırıymış gibi gözlerinin dolmasına sebep oldu.

Mantıksızdı ama bir mantık aramadım. Bugün olan hiçbir şeyde mantık aramıyordum.

Onu yapabildiğim kadar sertçe ittim ve arkamı dönüp sınıftan eşyalarımı alarak okulu terk ettim.

Birkaç adım sonra artık dayanamayacağıma emin olarak kendimi bir duvarın dibine attım ve hıçkırıklarımı, gözyaşlarımı daha fazla tutmadım.

Ben bu yaşamak zorunda olduğum hayata sokayım. Ben ölmeme bile izin vermeyen bu hayatın içine sıçayım.

Bana şükredecek tek şey olarak kardeşimi veren hayatın tam ortasına...

Nefes almak hiç bu kadar zor gelmemişti. Nefes almak için ekstra bir güce ihtiyaç duymamıştım hiç.

Gözlerimi açık tutmak için direndiğim sırada omzuma dokunan elle, refleks olarak başımı kaldırdım.

"Jake?"

"Hyung..."

Bir şey konuşmadan bana sarıldığında karşılık vermek istesem dahi elimi kaldıramadım.

"Hiçbir şey yapamadığım için çok özür dilerim hyung. Kendimi çok kötü hissediyorum."

Ona kızmıyordum ki. Öğrencilerin hiçbirine kızmıyordum. Sonuçta onlar da okuldaki yerlerini korumalıydı.

Aslında ben sadece ona kızıyordum. Bir de kendime. Dört yıldır o okulda yalnız olduğumu bile bile hala birinden bir şey beklediğim için kendime çok kızıyordum.

"Beni eve götür."

Bu üç kelimemden sonrası benim için çok hızlı gelişti. Jake'in bir taksi çağırıp beni evime bırakması ve benim yatağımda uyuyakalmam sanki sadece saniyeler sürmüş gibiydi.

Ama sabah gözümü açtıktan sonrası için aynı şeyleri asla söyleyemem.

O gün, benim için en uzun ve zor olanıydı.

nolmus acaba

chemistry, minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin