Başka bir şey demedi ve biz müzik şovunu izleyip ilerleyen zamanlarda çok hareketli parçalar çıktığı için kalkıp dans ederken bulduk kendimizi.
Bugün anlamıştım ki onunla ev arkadaşı olmak dünyanın en güzel şeyiydi. Çünkü biz ev arkadaşları, aslında aynı evi paylaşan iki aşıktık.
________~ 6 AY SONRA ~
Mezun oluyordum.
Gecemi gündüzüme kattığım zamanlar, yemek yemeye vakit bulamadığım zamanlar, Minho'ya vakit ayıramadığım zamalar geride kalıyordu.
Hala inanamıyordum.
"Bak yine çok güzel oluyorsun. Çok sinirleniyorum, yapma lütfen."
Boy aynasının karşısında gömleğimin düğmelerini iliklemeyi bıraktım ve ona dönüp kollarımı boynuna doladım.
"Bana diyene bak sen. Ne bu şıklık? Takım elbise falan?"
Çapkın ve şımarık bir şekilde güldü.
"Ama bebeğim, ben öğretmenim."
"Hadi oradan! O zaman ben de hem bölüm birincisi öğrenci hem de bu yakışıklı öğretmenin biricik kocası olarak şık olmalıyım hayatım. Anlaştık mı?"
Pes etmiş gibi bir ses çıkardı ve dudaklarıma yapışkan bir öpücük kondurdu.
"Anlaştık prensim. Siz nasıl emrederseniz."
Gülümseyerek tekrar aynağa döndüğümde arkamdan belime sarılıp aynadaki görüntümüze baktı.
Gömleğimin henüz tam iliklenmemiş yakasını biraz kenara çekerek göğsümün üzerindeki morlukların açıklmasını sağladı ve parmağını üzerinde gezdirdi.
"Acıyor mu?"
Başımı sağa sola sallayarak reddettim.
"Acımıyor."
Gülümsedi ve boynuma birkaç öpücük kondurup yanağıma doğru çıktı. Yanağıma da koklayarak uzun bir öpücük kondurdu.
"Seni seviyorum."
Benim yerime gömleğin düğmelerini ilikledi.
"Ben de seni seviyorum güzelim."
Tamamen hazır olduğumuza göre gidebilirdik.
Birlikte evden çıktık ve arabaya binip yol almaya başladık.
Yolu yarıladığımız sırada önümüze kıran arabayla sıkıca Minho'nun koluna tutundum.
Neyse ki o iyi bir şofördü ve herhangi bir kazadan kurtarmıştı bizi.
Ancak iyi bir şoför olduğu kadar sinirliydi de. Hızla arabadan inip yolumuzu kesen araca doğru yürüdüğünde ben de indim ve koluna sarıldım.
"Minho dur!"
"Ne yapıyorsun lan sen!? İt!"
Arabanın ön camı bile filmi olduğu için içindeki kişiyi göremiyorduk fakat kapı açılıp aşağı indiğinde şaşkınlığımı gizleyemedim.
Üvey babam bize doğru yürüyordu.
"Sen?"
Dudaklarımdan dökülen kelimeyle Minho bana baktı. Bakışlarıyla 'kim bu?' diyordu ama cevap vermedim.
Gözlerimi bir an bile o adamdan ayırmadım.
"Hangi yüzle karşıma çıkıyorsun?"
İğrenç adam iğrenç bir şekilde güldü ve bende hep travma oluşturan hareketi yaptı, kemerini düzeltti.
"Kızımı istiyorum Seol Jisung."
Alayla güldüm.
"Seol... Ben Seol soyadını taşımıyorum."
Bu kez o güldü ve alnını kaşıdı.
"Pekala, Han Jisung. Kızımı istiyorum."
Başımı sağa sola salladım.
"Kızın seni istemiyor. Ne seni ne de annesini istemiyor. Boşuna yolumu kesiyorsun. Kardeşimi sana vermeyeceğim."
Minho, adamın herhangi bir yanlış hareketinde saldıracakmış gibi dursa da şu an karşımıyor ve bana bırakıyordu. Bana güveniyordu.
"Bu yaptığının bir suç olduğunu biliyorsun değil mi?"
Başımla onayladım.
"Ne yazık ki evet. Ancak bu sadece ben sustuğum için böyle. Seni ve karınla birlikte yaptığınız tüm iğrençlikleri herhangi bir polise anlattığım an, devlet kardeşimi verebilecek en uygun yetişkini ben olarak görecek. Bu yüzden şansını zorlama ve bir daha ne beni ne de kardeşimi asla rahatsız etme."
Kaşlarını çatıp bana bir adım attığında bu kez aynı adımı Minho attı.
"Ağır ol."
Adam Minho'yu süzüp aptal bir gülüş sergiledi ve ardından bana baktı.
"Sonunda kendin gibi bir ibne buldun ha?"
Minho alayla güldü ve bu işi bana bıraktı. Bu konuda ne kadar katı olduğumu ve lafımı asla esirgemeyeceğimi çok iyi biliyordu.
"Seni defalarca kez ağzınla burnundan kan gelene kadar dövdüm. Yine akıllanmadın değil mi?"
İç çektim ve başımı sağa sola salladım.
"Senin beni dövmelerin hiçbir zaman hayatımda bir değişikliğe sebep olmadı."
Güldüm.
"Seni hiçbir zaman sikime takmadım. Ne sanıyordun ki? Sen beni dövdün diye sihirli bir güç gelecekti ve kızlardan hoşlanan birine mi dönüşecektim?"
Ben ona bir adım attım bu kez. Ondan hiçbir zaman korkmamıştım. O beni döverken susup sineye çekmemin tek sebebi kardeşimdi. Ama şimdi öyle bir sebep yoktu.
Ondan çok daha güçlü olduğum aşikardı.
"Özel hayatım ve ben artık seni hiç ilgilendirmiyoruz. O yüzden kendin için şimdi git ve bir daha karşımıza çıkma. Yeterince şey kaybettin. Daha fazlasını kaybetme."
Derin bir çekti ve kollarını bağlayıp kafa salladı.
"Pekala, sen kazandın Han Jisung. Gidiyorum."
Arkasını dönüp yürümeye başladığı sırada aklıma gelen şeyle güldüm.
"Ha bir de..."
Ona adımladım ve cebimden çıkardığım kimlik kartımı işaret ve orta parmağım arasında tutup ona gösterdim.
"Lee Jisung. Han veya Seol değil."
Onu şaşkın yüz ifadesiyle başbaşa bırakıp kocamın elini tuttum ve arabamıza bindik.
Evet, sadece bir nikah ve sevdiklerimiz bizim için yeterliydi evlenmemiz için. Düğüne gerek duymamıştık.
Bana gururla bakan eşime güldüm ve elimi vitesi tutan elinin üzerine koydum.
"Sür kocacığım! Daha partileyeceğiz!"
∵
abooo evlenmis bunlar ya kizlaaar

ŞİMDİ OKUDUĞUN
chemistry, minsung ✓
Fanfiction" Senin, benim hayatımda hiçbir yerin olmaması gerekirdi. „ ~ yan shipler: changchan, hyunlix ~ @themoonnie bu ficteki en büyük destekçim. ~ |250622| |091023|