go to hell

661 116 36
                                    

Yaralandığında hasta psikolojisine girmiş ve olmadığı biri gibi -yani biraz daha nazik (?)- davranmıştı fakat iyileştiğinde o psikolojiden çıkmış, özüne dönmüştü.

Ciddi anlamda eşyalarımı toplayacaktım dönünce. Çünkü Bay Ukala geri dönmüştü ve benim onunla uğraşacak küçücük bile halim kalmamıştı artık.
________

"Ama abi ne yapacağız? Demiştin ki da-"

"Yoona."

Söz kesmekten nefret etsem de bazen cidden yapmak gerekiyordu bunu. Kız susmuyordu resmen.

Bazen acaba ben de mi böyle hissettiriyorum  diye düşünmeden edemiyordum doğrusu. Çünkü eğer böyleysem beni susturan herkese hak vermek zorunda kalacağım.

"Prensesim. Güzel kardeşim. Lütfen sadece sus ve bekle olur mu? Her şeyi hallettim. Eşyalarını topladın. Ben de topladım. Ve Jake bizi arayıp haber verdiği an çıkacağız. Olması gerektiği gibi kendi evimize gideceğiz tamam mı?"

Yalandan ağlar gibi birkaç ses çıkardıktan sonra kendini koltuğa bıraktı.

"İki aylık kirayı verdin. Faturaları ödeyecek parayı da kenara ayırdın. Ee, gerisi? Ne yiyeceğiz? Tamam ikimiz de çok yemiyoruz zaten diyelim. Okul? Hem benim hem senin ödevleri yapmak için, sunumların için ne kadar para gerektiğini biliyorsun. Sence gerçekten kendi evimizde olmak için hazır mıyız?"

Pekala, ben de henüz hazır hissetmiyordum. Ama burada kalacağıma açlıktan ölmeyi veya tüm projelerimden sıfır almayı yeğlerdim.

Çünkü Minho'ya katlanmak istemiyordum.

Hayır. Ona katlanmak değil. Kendimi onun karşısında -ya da herhangi başka birinin - daha fazla küçük düşürmek istemiyordum.

Bunca zaman gururumu bir kenara bırakmıştım belki ama artık öyle olmayacaktı. Çünkü hakaret yedikçe ve birilerine mecbur oldukça ağlayasım geliryordu.

Sinirden ağlamanın ne kadar boktan olduğunu bilir misiniz?

Yoona'nın yanına oturdum ve saçlarını okşadım.

"Ders vermeyi bırakmayacağım. Bir yandan para gelmeye devam edecek yani. Bursum var hem. Endişelenme. Seni asla utandırmayacağım."

Gözleri dolu bir şekilde kollarını bana sardığında ben de kendime engel olamadım.

Orada sarılarak ağlarken aklımda sadece ikimizle de ne kadar gurur duyduğum vardı.

Küçüktük. Tamam çocuk değildik ama çok büyük de değildik. Kendi ayaklarımızın üstünde durabilecek yaştaydık. Ben ağır derslerim olmasa bir işe girip çalışabilirdim bile.  Ama ne olursa olsun arkamızda bizi seven ve koruyan bir ailenin olmayışı canımı yakıyordu.

Ne olurdu biz de düşünmeden sadece eğlensek?

Olmuyordu işte. Hayat birçok kişi için acımasızdı.

Dış kapı açıldığında yavaşça birbirimizden ayrıldık ve ben gözlerimi sildim hızla. Beni ağlarken görme hakkı yoktu onun. Ne münasebet?

"Ne oluyor burada?"

Yoona hiç fırsatı kaçırmadı ve cevap verdi.

"Abim toplattı eşyaları Minho abi, gidecekmişiz. Kalabilirsiniz demiştin ama değil mi? Bir şey söylesene abime."

Kardeşimin bu kadar gurursuz davranmasına içten içe kızsam da kendi ayaklarının üzerinde durma fikrinin onu korktuğunu bildiğimden sesimi çıkarmadım.

Çantaların fermuarlarını kapatırken onlarla ilgilenmiyormuş gibi yapsam dahi kulaklarım aslında oradaydı.

Minho'nun ne söyleyeceğini merak ediyordum.

"Ben ne diyebilirim? Gitmek istiyorsa gitsin. Kal diye yalvaramam."

Kardeşimin hiçbir şey söylemesine izin vermeden yanımızdan geçip gitti. Evin içindeki asansöre bindi ve muhtemelen en üst katta olan odasına gitti.

Endişeli gözlerle kardeşime baktım. Çok kırılmış olmalıydı.

"Artık ondan nefret ediyorum. Derhal gidelim buradan."

Hızla çantaları eline alıp dış kapıya yürüdüğünde, tam o an Jake'ten gelen mesajla derin bir nefes aldım.

Babasının arabasını almış ve kapının önünde bizi bekliyordu.

Evin kapısını kapattım ve arabaya doğru yürüdüm. Çantaları bagaja koyduktan sonra binmek için kapıyı açtığımda camdan bize bakan Minho'nun gölgesini gördüm.

Ellerini gri altlığının ceplerine sokmuş ve siyah tişörtünün hafiçe kıvrılmasıne sebep olmuş bir şekilde ruhsuzca bana bakıyordu.

Elimi kaldırdım ve orta parmağımı ona gösterdim. Ardından dudaklarımı oynattım.

"Canın cehenneme."

Yutkundu.

Başka hiçbir tepki vermedi. Aynı şekilde bakmaya devam ettiğinde alayla güldüm ve arabaya bindim.

İnsan en azından kaç hafta boyunca ona kölelik ettiğim için teşekkür edebilirdi. Ben de ona -ne kadar kaba bir ev sahibi olursa olsun- bana evini açtığı için teşekkür ederdim ve oldukça normal iki insan gibi vedalaşırdık.

Tabii mevzubahis konunun içinde Minho varsa bunun imkansız olduğunu unutmuştum.

"Hyung, sizin için bulduğum ev eşyalı ama biraz temizlik yapmamız gerekecek. Annem evden birkaç temizlik malzemesi yolladı."

Annesi muhtemelen tekrar onların evine gelmeyeyim diye yeni evimiz için gerekli olan her şeyi yapıyordu.

Yine de minnettardım.

"Teşekkür ederim Jake. İyi ki varsın."

Şirin bir gülümseme bıraktı.

Yolun devamında o ikisi sohbet etti fakat benim zihnimde dönüp duran sadece Minho'ydu.

Bundan iyice bıkmaya başlamıştım artık. O benim adımı bile unutacaktı birkaç güne, ben neden onu düşünmek zorundaydım ki?

O beni düşünüyor muydu da ben onu düşünecektim? Saçmalık.

Başımı sağa sola salladım ve zaten vardığımız için duran arabayla gülümsedim. Yeni hayatımızın başlamasına sadece birkaç adım kalmıştı.

~
MINHO

Beni sadece bir dakika bile düşünmeyen çocuğun sürekli zihnimde olmasından nefret ediyordum.

Üstelik o bir eşcinselken ve ben öyle olanlardan ölümüne nefret ederken.

minho da ne bos yapiyo amk gorcez bi kac bolum sonra nasil yaliyon gotu

askimlar kontrol etmeden attim umarim hatam yoktur

sizi cok seviyorum mmmmuuah ❤

chemistry, minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin