this is my date of birth

693 123 39
                                    

"Seni çok zorlarım. Yemek yapmak zorundasın. Kötüyse tekrar yaparsın. İyi olana kadar. Evimi, özellikle odamı güzelce temizlemek zorundasın. Kedilerimin bakımı çok önemli. Onlarla benden daha çok ilgilenmek zorundasın. Evim çok büyük. Bu işin de çok büyük olacak demek. Onca işin arasında bir de 'mükemmel' olduğun derslerinle ilgilenmek zorunda kalacaksın. Yine de bunu istiyor musun?"

İstemek değil de, zorunlu hissediyordum.

Zihniyeti hala aynıydı. Hala boktan bir öğrenci olduğumu düşünüyordu belli ki. Bunu derslerimin mükemmel olduğunu söylerken ki yüz ifadesinden anladım.

Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım.

"Evet Bay Lee. İstiyorum."

Gülümsedi. Sevimli, arkadaş canlısı ya da minnettar bir gülüş değil ama.

Alaycı, ukala... Korkunç bir gülüş.

"Öyleyse hazır ol, Han Ji Sung. Başın büyük belada."

Tanrım... Umarım sağlam kalan yerlerini de ben kırmak zorunda kalmam.

_______

Bir dakika... Burası ev mi gerçekten? Şirket falan desek daha doğru olmaz mı?

Ben fazlaca zenginliğe alışmış biri olarak bile bu zenginliğe şaşırıyorsam, sanırım ona göre fasfakirdim.

Neden mi buradayım? Lee Minho'nun evinde... Çünkü kendisi böyle olmasını istedi.

O hastaneden çıkmadan önce evine gidip orayı bir hasta için uygun hale getirmemi istedi. Temizlik, düzen ya da bir hasta için ne gerekiyorsa onlar.

Aslında şaşkındım.

Hiç hoşlanmadığı birine evinin anahtarını hiç düşünmeden verecek kadar güvenmesi garipti.

Ben ona asla hiçbir şeyimi vermezdim.

Belki de eğer bir hırsızsam, bu eve girip çalacağım birkaç parça şey ona küçücük bile zarar vermezdi.

Düşünmeyi bıraktım. İşin içinden çıkamayacaktım yoksa.

Evi biraz dolandıktan sonra üst katlara sadece uyumak için gitmesi, günlük yaşamının birinci katta olması gerektiğine karar verdim.

Evin içinde asansör vardı. Asansör!

Ne bekliyordum ki?

Dünya'nın en egoist, kendini beğenmiş ya da narsist -artık hangisi söylenirse- adamından da böyle bir ev beklenirdi zaten.

İlk başta ayaklarıma dolanan üç tatlı kediyi, Bay Lee'nin tarif ettiği gibi besledim.

Karınları doyduğunda oynamaya başladılar ve ben de işime baktım.

İhtiyacı olan her şeyi bir araya topladım. Sonra da en alt katı düzenlemeye başladım. Ortadaki büyük, kahverengi deri koltuk onun yaşam alanıydı artık.

En azından bir süre.

Tüm işlerim bittiğinde saat akşam 9'du. Acıktığım için bu adrese hamburger söylemeye karar verdim.

Hamburgeri bekliyordum. Ama geldiğinde kuryenin 'ödendi' demesini beklemiyordum tabii.

Çok sevgili ev sahibi ödemişti. Eve geldiğinde bunu ona soracaktım. Ondan böyle bir şey istemedim ki ben. Ne sanıyor kendini?

Kuryeye teşekkür edip yolladıktan sonra karnımı doyurdum ve dağıttıklarımı toparladım.

Tekli siyah deri koltuğa oturdum ve etrafta gözlerimi gezdirdim.

Burası o herif iyileşene kadar yaşayacağım yeni evimdi. Yine de fazla alışmayacaktım. Çünkü o adamın çok kısa sürede iyileşeceği ve beni şutlayacağı kesindi.

Çok alışmamalıydım.

Gözlerim yavaş yavaş acımaya başladığında, uykumun geldiğini anladım. Çok yorulduğum için erkenden uyuma ihtiyacı duyuyordum belki de.

Doktorun söylediğine göre yarın hastaneden çıkması olasıydı.

Yukarıdaki misafir odalarından birinde uyuyacak ve yarın olmasını bekleyecektim. Sonra da Lee Minho kabusuna başlayacaktık.

Katlanmalıydım. Bu düşünceden nefret etsem de, ona mecburdum ben.

~

Bugün Chan ve Changbin çifti, Bay Lee'yi buraya getirip biraz ilgilendikten sonra gitmişlerdi.

Tabi Changbin beni çok sert olmasa da ciddi bir ses tonuyla ona çok iyi bakmam konusunda uyarmayı unutmamıştı.

Şimdi de sürünüyordum. Çünkü onlar gittiğinden beri istemediği şey kalmamıştı.

Şimdi de kelle paça çorbası istiyordu.

Daha ne olduğunu bilmiyorum ben onun!

"Bakın internetten araştırdım ama malzemelerin yarısı yok evde. Yapamam diyorum size."

Omuz silkti. Gıcık herif.

"Gidip al o zaman."

Ya lanet olsun Jisung! Sokaktaki bank neyine yetmiyor senin!?

"Pekala, gidip alacağım."

"Cüzdanımdan kartımı al. 1409 şifresi."

Şaşkın bakışlarımı yüzünde gezdirdim.

"Bu benim doğum tarihim."

Yüzünü buruşturarak bana baktığında o aptal suratını mükemmel tırnaklarımla oymak istedim.

"Iy. İğleştiğim gibi değişeceğim."

Sadece göz devirmekle yetinip kartı aldım. Uzatmak istemiyordum gerçekten çünkü ben bu adama laf falan anlatamazdım. Uğraşmaya değmezdi.

Ben gelene kadar kalkmaya çalışmaması gerektiğine dair uyarımı yaptım ve dışarı çıktım.

İhtiyacım olan her şeyi aldıktan sonra olabildiğince hızlı bir şekilde eve yürüdüm.

Bu salak koltuktan falan düşüp sağlam kalan yerlerini de kırabilirdi. Hayır onu düşündüğümden değilde, kendimi düşünüyordum ben. Bu haliyle zor baş ediyorsam öyle hiç çekemezdim.

Benim için çıkarttırdığı anahtarlarla kapıyı açarak içeri girdim ve ona sadece bir bakış atarak mutfağa, işimi yapmaya gittim.

Kitap okuyordu. Geldiğimi duyduğu halde tepki vermediğine emindim.

Çorbayı hızlıca tarifte yazan şekilde yapıp pişmesini bekledim. Ve bu işlem inanılmaz uzun sürdü.

Tabi bu süreçte birilerinin istekleri de hiç bitmedi.

Sonunda çorbanın hazır olduğuna emin olunca, orta boy bir kaseye doldurdum.

Ona götürmeden önce bir kaşık alıp tadına baktım.

Tanrım, bağışla. Fakat bu şey iğrenç.

Bu adam bunu nasıl isteyebiliyor ya?

Düşünmemeyi tercih ederek tepsiye yerleştirdiğim çorbayı yanına götürüp sehpaya bıraktım.

"Bu ne?"

Yorma Minho, yorma.

"Kelle paça çorbası işte. İstediniz ya."

"Yo, ben öyle bir şey istemedim. Sen bana mantar çorbası yap."

Tanrım, sen bana engel ol. Engel ol ki şu kaynar çorbayı kafasından ağaşı dökmeyeyim...

Minho 🤝🏻 Annem

Sonunda size bolum alin. Oy verin. Canim cikti bolum yazana kadar.

Sizi cok seviyorum muah

chemistry, minsung ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin