7

499 65 27
                                    

Öylece kulübenin önündeki merdivenlerin dibinde durmuş ne yapacağımı düşünüyordum. Yanımda kimse yokken yapacak pek bir şey yoktu.

Birkaç yüz metre ilerideki ormana bakış attım. Güzel gözüküyor. Acaba ormanda bir yürüyüşe mi çıksam? Yanımda telefonum var zaten bir şey olmaz.

Tam ormana doğru gidiyordum ki oturma alanlarının oradaki büyük bir ağacın altında oturan Vernon'u gördüm. Kitap mı okuyordu o? Biraz rahatsız edeyim şunu.

Zıplaya zıplaya, dans ede ede onun yanına gitmeye başladım. Bazı arkadaş gruplarının bana olan garip bakışlarını görmezden geldim. Hiç mi zıplayan, dans eden birini görmediniz? Aptallar.

Vernon'un yanına ulaştığımda yan tarafına çömelip sırtımı geniş ağaca yasladım. Bu çocuk işini biliyor. Kapmış kocaman ve gölgeli ağacı.

Beni fark edince bana garip bir şekilde baktı. Sonra da uğraşmak istemediğini belli edercesine sırıttı ve kitabını okumaya devam etti. Bu salak neden sürekli sırıtıyor? Bir gün çakacağım o dişlerine görecek!

Kendimi ona yaklaştırıp okuduğu kitaba eğildim. "Ne okuyorsun?" diye sorduğumda kavga sebebimiz olan kitabı okuduğunu gördüm. "Vaay demek kütüphaneden kitap getirdin Tanrı bilir kaç haftalık geziye. Wonwoo hyung duymasın. Kriz geçirir."

Yandan yandan bana baktı. "Ne zaman okusaydım Seungkwan? Kitabı bana verdiğin gün gezi olacağı söylendi. Çok yavaş okudun kitabı. Senin yüzünden okuyacak zamanım kalmadı."

Yüzümü buruşturdum. Başım şişmişti. "Ne kadar çok konuşuyorsun sen ya! Az konuş az!"

Gözlerini devirdi. Bak ya. Gözünü oymamı falan mı istiyor? "Tamam Seungkwan. Sen çok az konuşuyorsun ya(!)."

"Dalga geçiyor bir de. Tch tch." Ona gıcık olduğum için önüme dönüp kollarımı göğsümde birleştirdim.

5 dakika boyunca ikimiz de hiç konuşmadık. Ama ben fazla sessizliğe gelemiyordum ki! Benimle konuşacak birini istiyorum.

Bir anda ayaklarımın ucuna bir voleybol topu geldiğinde kimin attığını öğrenmek için etrafa baktım.

Çimenlik alandan buraya koşan bir kızı gördüm. Sarıya yakın kumral saçları, yeşil gözleri vardı. Rengi kırmızıya yakın bir gözlüğü vardı. Tatlıymış.

Topu yerden alırken "Kusura bakmayın." dedi ve gözlerini Vernon ve bende gezdirerek gülümsedi. Neden böyle imalı gülümsüyor?

Vernon sorun olmadığını söyledi. Bende kıza gülümsedim. Çünkü çok dik dik bakmıştım. Umarım fark etmemiştir.

Kız da bize son kez gülümseyip arkadaşlarının yanına gitti ve voleybol oynamaya devam etti. Neden bize öyle baktı ki? Neyse.

Vernon kitabını okurken ben de etrafa bakıyordum. Okuduğumuz okul kalabalık olduğu için sadece okulun çeyreğiydik ancak buna rağmen çok kalabalıktık gerçekten.

Farklı yaşlarda, farklı sınıflardan bir sürü öğrenci vardı. Sonra beraber yürüyüş yapan Seungcheol ve Jeonghan'ı gördüm. Çok tatlılardı. Onlar da bize doğru baktığında gülümsedim. İlk önce bize sonra birbirlerine garip garip bakıp bu tarafa doğru gelmeye başladılar.

Onlara oturacak yer açmak için Vernon'a doğru yaklaştım. Vernon'un şaşırarak bana baktığını gördüm ama ona dönmedim. Bir şeye şaşıracak yer arıyordu bu da.

Yanımıza geldiklerine sırtlarını bizim gibi ağaca yasladılar. Jeonghan sinsi sinsi güldü. Bugün neden herkes bize böyle gülüyordu? Çok garipler.

"Siz ikinizi beraber göreceğimi hiç düşünmemiştim."

Olayları yanlış yöne çekmeyi herkes sever tabii. "Mingyu ve Dino'dan kaçtım. Yaptığım şey çok riskliydi. Korkuyorum!"

Bu dediğime iki sevgili kahkaha atarken ben de onlarla beraber gülmek üzereydim ki birinin bağırdığı duydum. "Ya! Boo Seungkwan!"

Dino ve Mingyu mafya üyesi gibi bize doğru yürümeye başladılar. Beni öldüreceklerdi muhtemelen. Tanrı yardımcım olsun.

Dino havaya yumruklar atmaya başladı. "Ayağa kalk ve sana gününü gösterelim Seungkwan!"

Ona sadece dik dik baktım. Benim cevap vermeyeceğimi anladıklarında sustular ve karşımıza, çimenlere oturdular.

Tam arkalarında Dokyeom ,Hoshi, Jun ve Joshua'nın geldiğini gördüm. Joshua ve Jun bize utangaç halleriyle tatlı tatlı selam verdiler. Bu tatlılık diğer ikisi için geçerli değildi tabii.

"Ah ah! Keşke hep burada kalsak! Of ya."

Hoshi deniz yıldızı şeklinde çimenlerin üzerine uzanmış ofluyordu. Neden burada kalmak istediğini bilmiyoruz sanki.

Jihoon buraya geliyordu ve Hoshi hâlâ aptal aptal hareketler yapıyordu. Kendine çeki düzen vermesi için onu gizlice uyarmam lazımdı. Çünkü ben iyi bir arkadaşım.

"Aaaa! Minghao'yla Jihoon hyung da geliyor."

Hemen yerde oturur hâle geldi ve saçlarını düzeltmeye başladı. Onun bu tatlı hallerine gülümsedim ve hepimize el sallayan Minghao'ya el sallayarak karşılık verdim. Yerim ben bunu ya. Çok tatlı.

Minghao Vernon'un yanına oturdu. Ağacın yaslanılacak bir yeri kalmadığı için kalanların karşımıza, çimenlere oturması gerekiyordu.

Hoshi'nin şansına, onun yanı boştu. Böylece Jihoon onun yanına oturdu. İçimden çığlıklar atıyordum. İşte bu! Jihoon hyung hızlı çıktı.

Hoshi'den bahsetmek istemiyordum bile. Yine kendinden geçmişti. Çimeni sıkan ellerinin titrediği gördüm. Mingyu'la kahkahamızı tutmaya çalışarak bakıştık. Çok komik gözüküyordu.

En son olarak da Wonwoo hyung geldiğinde ödev grubumuz tamamlanmıştı. Mingyu'nun yanına oturduğunda Vernon'un artık okumayıp kucağında tuttuğu kitaba baktı. Sonra Vernon'a bıkkın bir bakış attı.

"Hyung. Çantamda unutmuşum kitabı ya. Tüh." Vernon düştüğü durumdan acemice kurtulmaya çalışsa da Wonwoo ona kanmadı.

Wonwoo ona sen aptalsın bakışını atıp önüne döndü. Ben demiştim ama.

O sırada uzakta, diğer öğretmenlerle beraber oturan Taeil hocayla göz göze geldik. Bize gülümseyerek ve bilmişce bakıyordu. Sanırım grubun arkadaşlığa dönüşmesi ile ilgili konuşmasından dolayı böyle davranıyordu.

Acaba gerçekten Taeil hocanın dediği gibi ödev için toplanan bu grup arkadaşlığa dönüşebilir miydi?

Birbirimizi sevebilir miydik?

Aile gibi olabilir miydik?



Asik Hoshi cok tatli bir seyy 🥺😭💓

library ⌇ verkwanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin