Revire gitmemiz gerekiyordu. Böyle duramazdı.Zarar görmemiş olan sağ elini tuttum ve adımlarımı revire çevirdim. Anlamasa da bana ayak uydurdu.
"Nereye gidiyoruz?"
"Revire."
"Seungkwan ya! Gitmek istemiyorum!"
Ona dönüp en korkutucu bakışımı attım. "Sus. İtiraz etme. Gidiyoruz dediysem gidiyoruz." Sonra yürümeye devam ettim onunla beraber.
Kıkırdamasını duydum. "Bu sinirli ve koruyucu hallerini çok sevdim. Kalbimin nasıl attığını bir duysan..."
Sinirle güldüm. Hâlâ dalga geçiyor ya! "Merak etme. Az önce bana sarıldığında kalbinin nasıl attığını yeterince duydum."
Bozguna uğramış yüz ifadesine gülümsedim ve vardığımız revire girdim. Sesi kesilmişti.
Birkaç kere günaydınlaştığımız revirdeki hemşire olan Minnie noonadan yardım istedim. Bir odaya girdik ve Minnie noona, Vernon'u bir hasta yatağında oturttu.
Minnie noona gerekli ilk yardım malzemelerini alıp Vernon'un yanına oturdu. Bana da bir koltuğa oturmamı söylese de oturmadım.
"Oh, neyseki çok kötü bir yara değil. Şimdi yarayı saracağım. Yarın yine gel, sargıyı değiştirelim."
Minnie noonanın söylediklerini dikkatlice dinledim ve aklımın bir köşesine not aldım. Vernon ise o sırada beni izliyordu.
Sargı işi bittiğinde Minnie noona ayağa kalktı. "Dediklerimi unutma. Dikkatli ol bundan sonra tamam mı? Baksana arkadaşın ne kadar endişeli. Yerinde duramıyor."
İkisi de gülerek bana baktığında utandım. Saçmalama hemşire noona! Yok öyle bir şey!
Hemşire bizi yalnız bıraktığında ben ayağımı yerde sürterek oyalanmaya çalışıyordum. Ancak Vernon dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Hissediyordum.
En sonunda sessizliği bozdu. "Neden yüzüme bakmıyorsun? Yakışıklı yüzüm seni heyecanlandırıyor mu?"
Oflayarak omuzlarımı göğsümde birleştirdim. "Dalga geçme ya!"
İç çekerek kolunu uzattı ve elimden tutup yanına, yatağa çekti. Ona bakmadım, kucağımdaki ellerimdeydi odağım. O ise başını bana doğru eğmiş, ona bakmamı bekliyordu.
"YA OF! Bana öyle bakma. Ne söylememi istiyorsun? Çok kötü hissediyorum kendimi. Pişmanlıktan ölecek gibiyim sanki. Benim yüzümden buradayız şu an. Farkında değil misin? Suçlu olmadığımı söyleme. Suçluyum. İkimiz de farkındayız bunun."
Daha fazla konuşacaktım fakat elime dokunarak susturdu beni. Ama hiç konuşmuyordu. Böyle sessiz durmak beni daha çok geriyordu.
Sonra beni şaşırtan şeyi yaptı yine. Beni kendine çekip sarıldı. Gözlerim kocaman açık, duvardaki saatle bakışıyordum.
Bu sefer bir eli belimde diğer eliyle ise saçlarımı okşuyordu. Zarar gören kişi benmişim gibi davranıyordu.
Sarılışı o kadar yumuşak ve narindi ki... Sürekli böyle sarılsa rahatsız olmazdım. Böyle düşünüyor olduğum için kendime kızdım. Bugün ne kadar garip bir gündü böyle?
Ona geri sarılmak isteme duygumu bastırmaya çalışıyordum. Ayrıca ona bir kez daha sarılırsam, bu sefer gerçekten çok utanırım.
Sarılma fikrimden vazgeçmiştim ki bir eliyle kucağımdaki elimi tuttu ve kendi sırtına koydu. Pekâlâ...
"Suçlu olduğunu hiç düşünmedim Seungkwan. Eğer öyle düşünseydim bunu söylerdim biliyorsun. Daha fazla pişman olduğunu söylersen seni affetmem. Ciddiyim. Artık bu konuyu kapatalım. Tek kelime bile etme. Saçın elimin altında zaten. Hiç acımam yolarım."
İkimiz de güldüğümüzde haklı olduğunu düşünüp daha fazla konuşmadım dediği gibi. Kalbimde oluşan ağrıyı yine görmezden geldim.
Kulübeye geldiğimizde içeride kimse yoktu. Ah doğru ya! Dışarıdalardı hepsi. Tanrı bilir ne kadar korkmuşlardı. Onları öyle endişeyle bıraktığım için pişman hissetmiştim.
Birini bulma umuduyla odalara tek tek bakan Vernon'un kolundan tutarak onu durdurdum. "Dışarıdalardı en son. Hâlâ orada olmalılar. Çok endişelendirdik onları da!"
"Tamam sakin ol. Çıkalım şimdi onlara bakmaya."
Onu onayladım ve kapıya doğru koştum. Elimi kapıya uzatmıştım ki kapı hızlıca açıldı.
Dino üzerime atladı bir anda. En yakın arkadaşlarımın hepsi üzerime atladığında nefessiz kalacağımı düşündüm.
Diğerleri de Vernon'a sarılıyordu. Çok korkmuş olmalıydılar.
"Seungkwan seni çok seviyoruz!"
"Sana bir şey olsaydı asardım kendimi gerçekten!"
"Ben de asardım!"
"Bir daha seni yalnız bırakmayacağız!"
"Özür dileriz!"
"Iğğhhhhııı..."
gibi değişik değişik sesler. Çoğunluğu ağlama sesiydi tabii. Ve sanırım biri burnunu ve gözyaşlarını üstüme sürdü. İmdat.
En sonunda onları itekledim hafifçe. Cidden nefes almayı beş saniye önce bırakmıştım.
"Tamam artık ağlamayın. İyiyim ben."
Hoshi'nin gözyaşları yere damlıyordu. Ciddi anlamda. "Ama ya ölseydin!?"
"Ama ölmedim."
"Ya ölseydin!?"
"Ama ölmedim Hoshi. Lütfen durun artık. Durmazsanız ben de ağlarım."
Hemen seslerini kestiler. Yani sadece sessizce ağlamaya başladılar. Derin bir iç çektim.
Minghao koşarak bana sarıldı. "Seungkwan! Salaksın sen ya! Ölüm sebebin kampın mutfağında çıkan yangın olsaydı çok üzücü olurdu!"
Övdü mü gömdü mü?
Elimle onun sırtını pat patladım. Pat pat.
O benden zar zor ayrılınca bu sefer ağlayan Jeonghan hyung atlamıştı üstüme. Tanrım, bugün uzun bir gün olacaktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
library ⌇ verkwan
FanfictionSeungkwan, kütüphanedeki bir kitap için Vernon ile kavga eder. 7teen | vernon - seungkwan 010423 - 080723