23

17 4 2
                                    

O akşam üzerinden iki hafta kadar geçmişti. Jisung annesini aramış ve olanlar için özür dilemişti. Uzun bir telefon konuşması yapmışlardı ama yine de durum tam olarak çözülmüş gibi değildi. Yüz yüze konuşulmadan da çözülecek gibi olmadığından annesi vizelerden sonra eve dönmesini ve yüz yüze konuşmayı istemişti.

Jisung'un söylediğine göre o adamla tanışacaktı ve kendisi hala ona karşı sebepsiz bir kin içerisindeydi ama bunun bir o kadar yanlış olduğunun da farkındaydı. Şimdiyse son vizesini vermiş ve eşya toplamak için onların eve geçmiştik. Sadece bir haftalığına gidecekti ama alacağı eşyalar konusunda kararsızdı. Sözde sadece bir çantayla gidecekti ne de olsa evde de eşyası vardı.

Ben hiçbir yere gitmeyecektim ama. Aileme söylediğimde şimdilik kalmamı söylemişlerdi bu yüzden ben eve dönmeyecektim. Normalde gerekli gereksiz her şekilde beni çağıran ailem bu kez kal demişti. 

Ama bilmedikleri burada kalmayacak olmamdı çünkü Jisung annesiyle konuşmuş ve benim de gelebilmem için izin almıştı. Annesi telefondan anlaşıldığı üzere bu konularda tatlı ve anlayışlı bir kadına benziyordu. Bu yüzden ben de onunla beraber yaklaşık dört beş saatlik bir yola çıkıyordum.

Hayatımda ilk kez birisiyle beraber bu kadar uzun yolculuğa çıkıyordum ve bu konuda yanımda olacak olan ilk kişinin Jisung olması benim için ayrı bir heyecandı. Ben heyecandan eşyalarımı akşamdan hazırlamıştım ama tabii ki bu kadar heyecanlı olduğumdan Jisung'un haberi olmasına gerek yoktu. 

"Minho sence hangisini alsam? İspanyol paça mı düz mü?"

"İspanyol."

Düz desem bile İspanyol paçayı alacağını bildiğim için onu seçmiştim. Jisung'un bu hayatta giymeyi en çok sevdiği şey belki de İspanyol paçaydı. Bir diğeriyse İspanyol paça takımla yaptığı kombindi. Benden daha iyi giyindiği kesindi ama.

Jisung'la beraber Felix'le vedalaştıktan sonra üçümüz terminale gidip beklemeye başlamıştık. Söylediklerine göre terminal onların evine yaklaşık on dakika kadar uzaktaydı ve annesi bizi alacaktı. Gece yarısına yakın onların evde olmuş olacaktık.

Otobüs geldiğinde çantalarımızı bagaja verip otobüse geçtik. Jisung'u yol tuttuğu için özellikle cam kenarını istemişti. Benim öyle bir sıkıntım olmadığı için koridor kısmına geçmiştim. Hava sıcak olduğu için oturduğum gibi ceketimi çıkarttım. Jisung'sa cama yapışıp hareketlenmek üzere olan otobüsten orada dikilip bize bakan Felix'e komik hareketler yapıyordu. Felix ve ben sadece el sallarken Jisung yanağını cama yapıştırmış dil çıkartıyordu. Kimseyi umursamadığı her halinden belliydi. O Jisung'du işte. Kafasına ne eserse onu yapardı.

Otobüs terminalden ayrılırken ben telefonumla oynuyordum. Uzun bir yolculuktu ve benim evim daha kısa sürdüğü için benim için de bir ilkti. 

Jisung çantasının içinden küçük şeffaf bir çanta daha çıkardığında onu izlemeye başladım.

"O nedir?"

"Hap çantam. İçinde tüm haplarımı taşıyorum."

İki tane hap çıkartıp suyunu alarak içtiğinde bu kez parmağımla küçük beyaz hapı işaret ettim.

"Bu ne?"

"Bulantı hapı."

"Ya bu?"

"O da ağrı kesici. Otobüs yolculuklarında başım çok ağrıyor."

Sonrasındaysa susmuştuk. Boş boş etrafa bakıyorduk hava da kararmıştı ama Jisung bir an olsun gözünü dışarıdan ayırmıyordu. Yollar her ıssızlaştığında biraz daha odaklanıyordu sanki dışarıya.

EpistleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin