Bir hafta. Tam olarak bir hafta olmuştu Jisung gideli ve bu süre boyunca hiçbir şekilde ondan haber alamamıştım. Felix de bana bir şey bilmediğini söylüyordu ama şüpheli gibiydi biraz. Jisung ne yapar eder onunla iletişim kurar gibi geliyordu bana.
Sıkıntıyla iç çekip arkama yaslandım. Chan televizyondan açtığı filmi izleyip arada Changbin'le mesajlaşırken ben sadece tavanı izleyebiliyordum. Her şey berbattı hem de her şey. Jisung yoktu, derslerim boka sarmaya başlamıştı, aileme dersler konusunda yalan söylemekten yorulmuştum ve aynı evde yaşadığım Chan'a karşı sürekli gülümseyip iyi gibi davranmak da bir diğer zorluktu.
Pazar günü olmasının sıkıntısı da vardı üstümde çünkü pazartesi günü hep zor geçiyordu. Okulda da hiçbir şeye odaklanamaz olmuştum ve bölüm dersleri beni ölesiye zorluyordu. Tüm gün alçı dökmek, çizim yapmak, program yazmak ve diğer bir sürü şey beni yoruyordu.
Sinirle yerimden kalkıp odaya gittim. Chan sadece arkamdan bakmakla yetinmişti. Üzerimden atamadığım bir sinir vardı bugün. Başım ağrıyordu sinirden ve ben ne kadar ilaç içsem bir şey yapsam da geçmiyordu bu.
Odama girmiştim ki kapının çalmasıyla küfür ederek salona geri döndüm.
"Ben bakarım."
Oflayarak kapıya yaklaştığımda belki de günler sonra ilk kez bu kadar mutlu olduğumu hissetmiştim.
Bir hafta sonunda Jisung sonunda dönmüştü. Bekleyişim sonra ermişti.
Dolu gözlerimle ve kırık bir gülümsemeyle ona yaklaştığımda bir adım gerilemesiyle ben de durmuştum.
"Jisung?"
Fısıldar bir tonda çıkmıştı sesim ama o duymuştu beni. Başını kaldırdığında onun da gözleri benimkiler gibi dolu doluydu. Bana uzattığı eline baktım. Bir başka zarf elinde duruyordu.
Derin bir iç çekerek elindeki zarfı aldığımda bu kısa sürede onu inceleme fırsatı bulmuştum. Zayıflamış olduğunu üzerindeki bol giysiye rağmen anlayabiliyordum. Başında bir şapka vardı ve yüzünü görmemi engelliyordu.
"Jisung konuşabilir miyiz lütfen?"
"Gitmeliyim."
Gitmek üzereyken uzanıp bileğinden tuttuğumda acı dolu bir ifadeyle yüzüme bakmıştı. Benim canım daha çok yanmıştı belki de bu bakışla.
Yanağında açıkça seçilebilecek bir kızarıklık vardı. Kaşlarımı çatarak üstüne baktım. Bu havada uzun kollu bir üst giymişti. Benim tanıdığım Jisung bu havada kolsuz şeyler giyerdi. Çatık kaşlarımla beraber üstündekinin kolunu bileğinden tutup yukarı doğru sıyırdığımda nefesim kesilmişti. Kolunda yer yer çürükler ve kızarıklıklar vardı aynı şekilde.
"Minho önemli değil."
"Kimdi?"
Seslerimize karşı Chan da meraklanmış olmalıydı ki yanımıza geliyordu. Jisung'un gözlerinden böyle görünmek istemediğini anlamıştım. Kolunu tekrar örttüğüm gibi şapkasını aşağı çekerek onu evin içine soktum. Chan'a gelmemesi için basitçe birkaç şey söyledikten sonra onu odama doğru sürüklemeye başladım.
Odaya girdiğimizde kapıyı kilitleyip anahtarı alarak yatağa oturdum. Biliyordum huyunu kaçmaya çalışacaktı.
"Jisung anlat bana. Ne bu?"
"Minho gitmem gerek. Gitmezsem daha kötü olacak."
"Nasıl gitmezsen daha kötü olacak?"
"Onu yazmam bile çok zordu lütfen bırak gideyim. Mektubu oku her şeyi anlarsın."
