Sabah uyanışımız tam bir sıçış anıydı ama neyse ki toparlamıştık. Büyükannesi bizi o şekilde uyurken görmüştü ve yerde uyumamıza biraz kızmıştı. Biraz da haklıydı aslında çünkü her yerim tutulmuştu ve tüm kemiklerim sızlıyordu. Jisung'un da benden bir farkı yoktu.
Sonra annesi ve kendisi kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa gittiğinde yardım teklifimi misafirsin sen diyerek geri çevirmişlerdi. Peki ben ne yapmıştım? İlk geldiğimde evin gibi rahat et dedikleri için ben evimde iş yapmamazlık yapmıyordum demiş ve zorla mutfağa girmiştim.
Sonuç olarak Jisung kahvaltılıkları yerleştiriyor, ben çayı demliyor ve annesi de yumurta pişiriyordu. Çeşit çeşit kahvaltılık şey vardı masada ve Jisung'la masaya her bakışımızda biraz daha acıkıyorduk.
Sonunda her şey hazır olduğunda ben herkes için çay koydum. Jisung da teker teker masaya koyuyordu.
"Kaç şeker alırsın oğlum?"
Büyükannesine gülümseyerek çay doldurmaya devam ettim.
"Ben şekersiz içiyorum."
"Bak büyükanne o şekersiz içiyor. Sen de şekersiz içsene."
"Aman öyle de tadı olmuyor ki."
"Oğlum büyükanneni tanımadın mı? Şeker olmazsa çayda bir yeri eksilir."
"Sizin de gözümüz bir tanecik şekerimde kaldı."
Hepimiz gülerken kahvaltıya başlamıştık. Annesi hepimizin tabağına yumurta bölüştürürken büyükannesi sürekli tabaklarımıza bir şey koyuyordu. Ondan da ye bundan da tat derken tabağım tepeleme dolmuştu.
Ben bunları nasıl yiyeceğime bakarken Jisung çoktan kendi tabağına yeni şeyler doldurmaya başlamıştı. Şaşkınlıkla ona bakıyordum.
"Yiyemedin mi Minho?"
"Yok efendim sadece Jisung'a şaşırdım."
"Abim öküz gibi yediği için mi?"
Jisung kardeşinin kafasına hafifçe vurunca büyükannesi de onun kafasına vurmuştu çocuğu rahat bırak diyerek.
"Bu kadar yediğini ilk kez görüyorum. Normalde yemeği zorla yediriyoruz."
"Oğlum hani yemeklerini aksatmıyordun sen?"
"Anne yalan. Yemin ederim yalan yiyorum."
Jisung bana bakıp hafifçe göz kırptığında başımı hayır anlamında salladım.
"Asıl o yalan söylüyor efendim. Felix ve ben zorla yediriyoruz resmen."
"Yalancı köpek yesene okulda da bir şeyler."
Büyükannesi temiz bir kaşıkla koluna vurduğunda acıyla inlemesine güldüm. Aşırı samimi insanlardı ve çok sıcakkanlıydılar. Bizimkilerse tam tersiydi. Masada ailecek sohbet bile etmiyorduk.
Kahvaltıyı Jisung'u dövdürte dövdürte bitirdiğimizde kardeşi okula gitmişti. Annesi işe giderken biz sadece üç kişi kalmıştık evde. Büyükannesi siz gidin dese de asla kabul etmemiş ve masayı biz toplamak istemiştik.
Büyükannesinin inadı Jisung'un ona evlilik programı açıp oturduğu odaya çay götürmesine kadar sürmüştü tabii.
"Minho sen bulaşıkları çeşmenin oraya götür bende bunları yerleştireyim."
"Tamamdır."
Ben bulaşıkları hallederken Jisung da telefonundan müzik açmıştı. Sessiz iş yapamaması hoşuma gidiyordu. Bir yandan dans edip bir yandan da dolaba yerleştirdiği kahvaltılıklarla beraber ben de onu izlemeye başlamıştım.