Sokak sessizliği

420 156 185
                                    

~Bir Ayaz estiğinde yer gök ağlar derler~

İstanbul... O kadar köklü bir tarihi var ki. Bizans'a, Osmanlıya ve daha nice medeniyetlere ev sahipliği yapmış muntazam bir şehir. Şimdi ise dev gökdelenleri, upuzun köprüleri ile modern bir metropol. Galata kulesi, Ayasofya, Sultanahmet camii, Topkapı sarayı gibi daha bir sürü tarihi mekanları barındıran bir şehir.

Şimdi sessiz bir sokağa yönelelim. Bütün binaların bazı pencereleri açık olması, gecenin konuklarının hala var olduğunun bir ispatı. Sokak lambalarının ışığında gözüken ince, küçük tozlar yavaş yavaş bu güzelim sokağa helezonlar çizerek iniyordu. Bir sürü kepengi çekilmiş dükkanlar, bazı açık kahvehaneler, aynı binadan balkondan balkona konuşan yaşlı ama bir o kadar da tatlı teyzelerin sohbeti, bu sessiz sokağı tatlı ve samimi bir hale sokuyordu.

Ve tatlı bir yağmur başladı sokakta. Ama öyle şimşekler çakan, kızgın bir yağmur değil, sanki bu sıcak yaz gününü biraz serin ve rehaveti sokağın üzerinden kaldırmak içindi. Bazı arkadaş grupları yağmurdan kaçmak için dört tarafa dağıldılar. Balkon sohbetindeki teyzeler vedalaşarak evin içine girdiler. Kahvehaneler de bir on dakika sonra dükkanlarını kapattı. Birkaç saat sonra ise binalarda yanan bir ışık bile kalmadı. Ve karanlık, bütün sokağı bir mikrop gibi sardı.

Dar, sadece girişi olan bir sokakta baraka benzeri bir yerde, elleri dizleri üstünde olan, kapşonlu sweatshirt'i, uzun saçları omuzlarına kadar inen bir genç vardı. Barakasının minik çatısından akan damla damla sular vücuduna işliyordu. Düşünceli duran bu dostumuzun belli ki canını sıkan bir şeyler olmuş. Ağlamaklı gözlerle yere bakıyordu. Kapşonundan damlayan sular saçlarına akıyor, oradan da gözlerine iniyordu.

Bir kedi belirdi. Simsiyah, gözleri yemyeşil olan bir kedi. Gencin yanına yaklaştı. Genç hiçbir tepki vermedi. Kedi yanaştı ve mırlamaya başladı. Genç çocuk da kediyi sevmeye başladı. Görünüşe bakılırsa çocuğun tek dostu bu kediydi. Üzerindeki lekelere bakılırsa bütün gün boyunca burada değildi. Yağlı lekeler vardı ve anlamsız simsiyah lekeler vardı. Nedense mırıldanmaya başladı kendi kendine:

"Tek sen kaldın be İnci. Başka kimsem kal-kalmadı.(Gözleri doldu dolacak.) Beni kollayacak ne bir anne ne de bir baba. Dertlerimi anlatabileceğim ne bir abi ne de bir kardeş."

Bu duygulandıran sözlerin ardında acı bir gerçek yatıyordu. Daha birkaç hafta önce İstanbul'da çıkan büyük bir yangın. Yangını hatırlıyordu. O ateşin verdiği hissiyatı. Verdiği acıyı... Çok net hatırlıyordu. Bir sürü binaların ateş karşısında gösterdiği direnç. Fakat dayanamayıp çöktüğünü, büyük bir moloz yığınından ibaret bir şeye dönüştüğünü... Unutması mümkün değildi. Ambulans sesleri, itfaiye sirenlerini... Binadan ilk o çıkmıştı. Endişeyle ailesinin diğer üyelerinin de çıkmasını bekliyordu. Biri çıkıyor başka biri, diğeri çıkıyor başka biri. Yaklaşık iki saat boyunca bekledi. Ama ne ailesinden çıkan vardı ne de başka biri. Binalardan biri de itfaiye ekibinin üstüne çökmüştü.Uzun binalardan biri da bir arabanın üstüne göçmüştü. Kaos havası hakimdi. İsmi Ayaz olan dostumuz, kaldırımlardan birinde oturmuş, hemşire tarafından muayene ediliyordu.

Ailesi hakkındaki bütün anıları gözü önüne geldi. Beraber yemek yemeleri, sohbet edip eğlenmeleri, dışarı çıkıp kardeşleri ile oyunlar oynamaları, geç kalınca annesinin kızıp onları azarlamasını bile özlemişti. Babasının onlara her gece anlattığı o muhteşem ötesi masalları da unutmamak lazım. Aslında özgün hikayeler değildi. Hepsi daha önceden kurgulanmıştı lakin babası, onları yeni bir hikaye için kullanıyordu ve ortaya gerçekten eğlenceli, komik masallar çıkıyordu.

Herkesin çıkarıldığını söyleyenlere kulak kabartan Ayaz, hızlıca kalktı ve yanlarına gidip ailesinin gelmediğini söyledi. İtfaiye ekibinden oldukları belliydi. Bir şeyler gevelemişlerdi ancak Ayaz anlamıştı. Öldükleri kesinleşmişti. Hayır, buna izin veremezdi. Ne yaptığının farkında değildi. Ters yöne alevlere doğru koştu. Arkasından itfaiye ekipleri koşuyordu. Bağırdı. Annesinin ismini, babasının ismini, kardeşlerinin ismini. Ancak nafile. Sadece ateşin o kırıcı çatırdayışı vardı. Gözleri dolmuştu. Bu olamazdı. Yıllardır... Yıllardır ailesi vardı. Ve şimdi hiçbiri yoktu. Hiçbiri. Her şey bir film şeridi gibi gözünün önünden geçti gitti.

Daha da gitmek istedi. Yangını yarıp onu orada bekleyen ailesini kurtarmak istedi. Bu gerçeği tıpış tıpış kabul etmeyecekti. İçinde ufacık filizlenen bir ümit vardı. Onlar oradaydı. Sadece yardım bekliyorlardı. Adımlarını yangına doğru attı. Fakat arkadan gelen kollar, onun bu küçücük filizlenen ümidine ulaşmaya engel oluyordu. Sanki bir güvercinin kafesinden uçup kaçmak için çırpan kanatlara zincir vurmak gibi bir şeydi bu. Sadece şu yanan büyük ateşin arkasında olabilirler miydi? Sadece biraz yaklaşsam? Biri öyle bir cümle ile bağırdı ki bütün hayat enerjisi, yaşama isteği bir anda sömürüldü:

"Artık çok geç evlat. Yapacağımız hiçbir şey yok. Bu yangına girersek çıkışımız çok zor olur."

N-Ne? Ama yapabilirdi. En fazla derisi yanardı. Böylece ailesine ulaşabilirdi. Arkasındaki kollar, duraksadığını farkedip kollarını çekti. İşte bir fırsat. Hızlıca ileri atıldı. Ama ateş sanki bunu anlamış gibi daha da alevlendi. Ayaz, arkasından birinin çekmesiyle son anda yüzünün yanmasından kurtuldu. Yere kapaklandı. İtfaiyeci ona bir şeyler söyledi. Lakin o aldırmıyordu. Hiçbir şey yapamayacağını anlaması uzun sürmedi. Sadece bir an... Bir an sadece... Sadece bağırmak istedi. Ailesinin bütün anılarını geldi bir an aklına. Her ne olursa olsun buna katlanamayacağını düşünerek alevlerin içine dalmak için hazırlandı. Koştu. İtfaiyeci onu tuttu. Gidemiyordu. Kibirli ateşe doğru bağırmaya başladı. Aynı zamanda ağlamaya başladı.

İtfaiyeci onu ateşten uzaklaştırdı. Gece boyunca hastanede uzandı. Serumlar takıldı. Testler yapıldı. Hiçbirisi onun için önemli değildi. Artık bir ailesi yoktu. Tuhaf bir boşluk hissi vardı içinde. Yaşanmışlık hissi bir sihirbaz tarafından yok edilmiş gibiydi. Devlet tarafından Darüşşafaka' ya başvuru yapmıştı. Fakat Ayaz istemiyordu. Tamam, her masrafı karşılanacaktı, iyi bir eğitim alabile- cekti. Fakat ne önemi var. Oradaki çoğu kişi henüz bebekken gelen ve orada büyüyen çocuklardı. Lakin kendisi 17 yaşına gelmiş, koskoca bir gençti. Bu acıyı kaldıramazdı. Ailesi orada, alevlerin arasında can verirken kendisi normal(!) ve monoton olan eski hayatına devam edecekti öyle mi? Çoğu kişiye sorsa bu gayet bu gayet mantıklı bir fikirdi.

O geceden birkaç gün sonra Darüşşafakaya gitti. Bir gün orada kaldıktan sonra daha fazla dayanamayıp arkasına bile bakmadan oradan kaç- tı. Mahalle mahalle dolaştı. Birkaç gün boyunca saklandı. Geceleri de binaların çatısına çıkıp ailesiyle olan o güzel günlerini anımsıyordu. Neredeyse üç saat boyunca hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Zaman geçtikçe hatıralar beyninde kalıcı olarak yer edinmeye başlıyordu. Unutmak istedi. Kendisini, yaşadıklarını, benliğini... Unutmak istedi. Hatta kendisini yola bile attı. İntihar, kaç kez en iyi seçeneği olmuştu. Yaşam ve ölüm arasındaki bu amansız savaşın galibi her zaman ölüm olmuştu. Ama her defasında son anda ya vazgeçiyor ya da onu engelleyen bir şeyler oluyordu.

Şimdi ise Ayaz, bu derme çatma bir barakada yaşıyordu. Arasıra İnci onu ziyaret ediyordu. Dertleşiyordu onunla. Geceleri hiç uyuyamıyordu. Çünkü uyuduğu zaman ateşler içinde olduğu rüyalar görüyor ve kan ter içinde uyanıyordu. Bu sebeple günün çoğu oturup yalnızlık içinde derin bir sorgulama yapardı.

Her ne kadar sessiz, samimi bir sokak da olsa burası, içinde büyük acılar taşıyan vücutlar vardı. Gecenin ilerleyen zamanlarında yağmur şiddetini arttırmıştı. Sanki bu çocuğun hikayesini dinlemiş ve içini dökercesine yağmıştı. Kimilerine göre bu gece huzurlu, mutlu, sıcacık bir yatakta uyumak olurken kimilerine göre de soğuk, rutubetli ve kimsesizdi. Sessiz sokağın sessiz yolları ayrı bir kişiliğe bürünmüş gibiydi. Ayaz'ın soğuk esintisi sokağın üzerinden geçip gitmişti.

                                                                                               ***

İlk bölümü okuyup diğer bölümlerde canı sıkılan arkadaşım. Daha kitaba yeni başladın ve bence hemen ön yargıya kapılma. Bir 8-9 bölüm devam et. Eğer macerası, konusu hoşuna gitmezse bırakabilirsin.

Seviliyorsun dostum;)

Sessizliğin KeşmekeşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin