Kopuş

37 17 3
                                    

~ Son geliyordu. Hepimizi yok etmek için. Her şey paramparça olmuştu. Yeni filizlenen taze umutlar bile...~

Bu feryatlar... O kadar içtendi ki insan işitince kendisini bir kötü hissediyordu. Ne kadar tanımasa da herhangi bir kişinin yaşaması ve bunu canlı bir biçimde görmesi Ayaz'ı derinden derine acımasına sebebiyet veriyordu.

Barış, kendini yerden yere vuruyordu. Hatta bir keresinde yerde kırılmış halde duran şişenin üzerine yuvarlandı, ardından döne döne bütün iğne boyutundaki parçaları vücuduna batırdı. Daha da canhıraş çığlıklardan sonra yerde öylece kalakaldı. Ayaz ve diğerleri hayretler içerisinde izliyorlardı. Barışı daha dün kaybedip şimdi böyle acınası bir halde bulmaları ne kadar garip olsa da, profesörün adamları oldukları için, yapabilecekleri şeyin bir sınır çizgisi olmadığından, bunu biraz olsun anlamlandırabiliyordu Ayaz.

Güneş, öğle vakitlerine doğru gelirken Barışı orada bıraktılar. Kimileri istemese bile. Ancak Mert, liderlik edası uyandıran ses tonu ile yapılması gerekenin bu olduğunu herkese kabul ettirdi. Kimse de karşı çıkamadı.

Çok şey yaşanmıştı ve artık Ayaz, hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Çünkü düşündüğü zaman, bunların bir gerçeklikten ibaret olduğu sonucuna varması zor olmuyordu. Bu da Gamze'nin dediği gibi delirmesine ve ne yaptığının farkında olmayan bir canlı olmanın eşiğine getiriyordu onu.

Gri, beton kaplı binalardan yankılanan ses, elbette Barışın içten çığlıklarıydı. Bu sesi duyduğunda Ayaz, bağıran kişinin ölümü ne kadar içtenlikle isteyebileceğini tefekkür etti ve bu, hayatının sonlandırmasına neden olacağını bile bile bu düşünceye yönlenmesi, hakikaten de zor bir halde olduğuna her yönden bir delildi.

Binaların tepelerinde ne idüğü belirsiz cisimler bulunuyordu. Mert, başını yukarı çevirdiğinde onları gördü ve omuz silkerek yürümeye devam etti.

"İleride bir şey yok Mert. Binaların içine girmeliyiz." diye söylenen İpek'ti. Ayaz, İpek'in dedikleri hakkında biraz düşününce haklı olduğu kanaatine vardı. Çünkü şehir, her ne kadar şehir olacak kadar büyük olmasa da, kimsecikler yoktu. Galiba siyah giysili askerlerin öldürdüğü kişiler aynı zamanda bu şehirdeki yaşam belirtilerini sıfıra indirmişti.

Gülizar da aynı şekilde İpek'in dediklerini tekerrür etti. Birkaç kişi daha da... Sonrasında Mert baş salladı ve binalara üçerli gruplar halinde girmelerini belirtti. Tabi herkesin birbiriyle herhangi bir şey olduğunda birbirlerini bilgilendireceklerine söz vermesi şartıyla.

Ayaz, Gamze ve Kerim bir grup olarak sağ taraftaki binaya girdiler. İlk grubu oluşturanlar onlar olduğu için kimlerin kimlerle grup olduklarını pek görememişlerdi. Binanın içi oldukça iç karartıydı ve zifiri karanlıkta uçuşan tozlar oldukça belirgindi. "Umarım tozdan boğulmayız." diye yakındı Gamze. Ayaz ona hak verdiğini dile getirdi. Kerim hiç konuşmuyordu, hala şaşkınlık içerisinde idi. Ayaz, Kerim ile Barışın öncelerinde yakın arkadaşlar olduklarını anlaması uzun sürmemişti.

Neyse ki üst katlarda pencere vardı ve biraz olsun ışık huzmeleri içeriye akın edebiliyordu. Bir kapı vardı ve içeriye doğru açılıyordu. Güneşin aydınlattığı bazı toz bulutlarının sarmal dağılımı bile görünebiliyordu. En önden Ayaz girdi. Gamze ve Kerim de ardından odaya giriş yaptılar.

Bildiğin sıradan yatak odasıydı burası. Sadece her taraf tozlu ve sanki hiç el değmemiş gibiydi. Yatağın pikesi yarıya kadar çekilmişti. Perdeler ise yarı aralıktı, bu da odanın az da olsa aydınlanmasını sağlıyordu. Bir adet dolap vardı ve dolabın kapağı kapalıydı. Sanki sımsıkı kenetlenmiş gibiydi. Yerdeki halı da pamuk gibiydi. Beyaz ve yumuşak. Ancak sonrasında tozlanmış olmalı ki gri bir tabaka kaplamıştı üzerini.

Sessizliğin KeşmekeşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin