Göklerdeki ses

101 72 29
                                    

Sıcak bir rüzgar esti. Dalgalar kıyıya doğru vururken çıkan sesler huzur vericiydi. Kulübede bazı insanlar olduğu muhtemeldi. Ayaz'ın gördüğü kadarıyla bir hareketlilik yoktu.

Kulübe tipik bir köy evini andırıyordu. Küçük bir bahçesi, arka kısmında çitlerle çevrili, içinde hayvanlar olan küçük bir bölüm vardı. Alt kısmı taşlarla üst kısmı kerpiçten, verandasında minik saksılar ve içlerinde büyümekte olan bitkilerle bezeli ev, Ayaz yaklaştıkça büyüyordu. Evin önünde saman yığını vardı. Dümdüz arazi üzerinde neden böyle bir kulübe olsun ki?

Evden bir adam çıktı. Oldukça yaşlı ve kırışmış yüzü ile evin önündeki Çardağa oturdu. Sallanan sandalyesi ile gayet huzurlu ve mutlu görünüyordu. Elinde bir kitap vardı. Masanın ucunda da bir çeşit kahve vardı. Ayaz yerinde mıhlanmış şekilde adamı izliyordu. Ardından kendisine geldi ve yürümeye devam etti.

Bir köpek geldi adamın yanına. Çok sevimli duruyordu. Sahibinin yanına uzanmış, uyukluyordu. Etraf sessizleşti. Rüzgar bile esmiyordu. Sessizliğin verdiği huzur, galiba ihtiyacı olan bir şeydi. Dümdüz bir arazinin sonunda koskoca dağlar vardı. Karlı ve ihtişamlı dağlar. Gökyüzüne uzanan dağın önünde duran bu minicik kulübe her nedense çok huzur vericiydi. Sessizlik ve sakinlik... Huzurun elçileri gibi... Ayaz artık adama iyice yaklaşmıştı. "Selam." diye bağırdı. Elini havaya kaldırdı dostane bir tavırla. Köpek bir anda kulakları dikti ve sesin geldiği yere doğru koşturmaya başladı. Ayaz korkuyla kalakaldı yerinde. Ancak köpek ne havladı ne de ısırdı. Ayaz'a baktı. Ayaz da ona.

"Merak etme. Seni ısırmaz. Max, otur oğlum."

Köpek, yani Max, oturur pozisyona geçti. Ayaz küçük dilini yutmuş gibiydi.

"Kimsin? Buraya nasıl geldin evlat."

"B-b-ben bilmiyorum. En son bir yerde yatıyordum. Şimdi buradayım. Kafayı yemiş olmalıyım."

"Bunu sen mi söylüyorsun yoksa diğerleri mi?"

"Nasıl yani?"

"İçeriye gelmek ister misin? Fazladan çayım var."

"Ah, peki."

Ayaz ve yaşlı adam kulübeye doğru yürüdüler.

"İsmim Ayaz. İlk olarak ailemi kaybetmiş barakada yaşayan serseri biriydim. Sonra bir anda her şey hayal dünyamda olan şeylerden ibaret oldu. Gerçeği ve hayali ayırt edememeye başladım." dedi Ayaz ve sıcacık çayından bir yudum aldı. Pofuduk sallanan koltukta az ileri az geri yapa yapa uykusu gelmişti.

"Anlıyorum. Bu normal bir şey. Yani bana göre. Melez kan taşıyanların çoğunun böyle bir derdi yoktur. Safkan mısın?"

Nasıl anlamıştı?

"B-b-bilmiyorum." dedi titrek bir sesle. Max, Ayaz'ın yanındaki yerde duran yastığa kıvrılmış, sahibine bakıyordu. "İsminiz neydi bu arada efendim?" Konuyu değiştirmek en mantıklısıydı.

" İsmim Tarık. Çoğu insan önceden bana hep 'Cep saati ustası Tarık ' derdi. "

"Önceden?" diye sordu Ayaz. Merak salmıştı iyice.

"Bir zamanlar," dedi Tarık amca. Çayından bir yudum alıp az önce elinde tuttuğu kitabını simetrik bir şekilde masanın üstüne koydu. "Çok güzel saatler yapmıştım. Hakikaten güzel. Almanya'nın merkezinde küçük bir dükkandı ancak insanlar ta Londra'dan, Paris'ten almaya gelirdi. Hatta bak."

Cebinden küçük bir saat çıkardı. Saatin dış çevresi yaldızlı ve ışıltılı bir görünüme sahipti. Akrep ve yelkovan, sarmaşık bitkisinin sarmal bir şekle girmiş hali ve sonrasında sarmaşıklar kurumuş gibiydi. Saatin rakamları, el yazısı ile yazılmıştı.

Sessizliğin KeşmekeşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin