Boşluk

181 109 68
                                    

Aklının ve zihninin sınırındaydı. Delilik sınırında gelip gidiyordu. Neler olduğunu tam hatırlamıyordu. O günün akşamında o olayı yaşadığı(?) yere gitti. Hiçbir şey yoktu. Ne bir polis ne bir iz. Gerçekten, artık deliliğin sınırına geldiğine daha da inanmaya başlamıştı. Tekrar barakasına gitti. Hava kararmıştı. İnciyi bekledi gece boyunca. Fakat gelmedi. Belki de o da aklının oynadığı bir oyundu. Aklına gelen tek ve kesin bir sonuç vardı: Kendisi artık bir şizofreni idi. Evet, başka bir açıklaması yoktu. Olmayan şeyleri oluyor gibi görmek bu değil miydi?

Diğer yandan rahatlıyordu. Çünkü birini öldürmemişti. Peşinde koşan polisler yoktu. Sanki bu iki günü bir rüya gibiydi. Çoğu şey olmamıştı zaten. Her ne kadar bunları sonuna kadar gerçekçi yaşasa da. Kimseye zarar vermediği için mutlu olsa da kendisi artık bir şizofreni hastası olduğu için bir duygu karmaşası içindeydi. Her şeyini kaybetmişken artık aklı da buna dahil etmişti.

İki hafta boyunca barakada bir inzivada gibiydi. Düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyordu. Zihninin derinliklerinde soluksuz bir sorgulama yapıyordu. Yaşama isteğini alıp götüren neydi? Neden yaşıyordu? Bu... Bu kadar kolay mıydı? Hayat. Ona sonu olmayan bir macera gibiydi. Yani... Bütün bu yaşamını anlamlı kılan ailesi miydi? Onlar olmadığı için mi bütün yaşama isteği gitmişti? Yani kendisini hayatta tutan onlardı. Ancak yaşıyordu ve bu bir haksızlık mıydı? Belki de ölürse onların yanına gider ve eski mutlu hayatına dönebilirdi. Bazı günler düşünmekten beter hallere büründü. Bütün hayatını baştan sorguladı. Yaşam isteğini, asıl isteğini, neden burada olduğunu, neden hemen ölüp bu velveleli hayattan kurtulmadığını... Hatırlıyordu. Bir günde iki kez intihar. İki kez yollara attı kendini. İki seferde de son anda bu düşüncelerinden vazgeçmişti. Sahi, neden vazgeçmişti? Hani ölmeyi bu kadar yeğlerken niçin vazgeçmişti? Evet, içinde hala yaşamak için mücadele eden tomurcuklar var. Ölmenin bu kadar kolay olacağını düşünmek hata idi. Ona verilen hayatın kıymetini daha iyi anlamaya başlamıştı.

Bu kadar fikir üzerine bile bazen aklı, hislerine ve duygularına yenik düşüyordu. Olan oldu, ölenle ölünmez diyip hayatına devam etmek, düşününce ne kadar mantıklı gelse de duygularına yenik düşüyordu. Annesinin, babasının ve kardeşlerinin gözleri önünde ölümü onun içinde tırmanan soğuk, keskin olan mantık pençelerinin tırmanmasına izin veremiyordu. Sanki duygu bölgesini bırakıp mantık ve akıl bölgesine girmek için hareket etse bile görünmez bir bariyer onun bu fiilini yapılamaz kılıyordu.

Perşembe günüydü. Saat öğleden sonra üç veya dörttü. Başını kaldırıp ayağa kalktı. İlk defa çıktı barakasından. Bu iki hafta boyunca sadece çöpten yemek almak için çıkmıştı. Şimdi ise baygın bir halde sokaklarda yürümeye başlamıştı. Hayatının geri kalanını çürük keresteler arasında geçirmemeliydi. O zaman kendisine haksızlık yapmış olurdu çünkü.

Güneşin batışıyla Ayaz, sokağın çıkışına gelmişti. Binalar azalıyor, ot toplulukları artıyordu. Kendisini uzayan otların arasına saldı. Beyni uyuşmaya başlamıştı. Boşluk hissi, bu sefer tüm vücudunu sarıp sarmalamıştı. Otların arasında bir iki saat aynı pozisyonda yattı. Masmavi bulutsuz bir gökyüzü... Sanki kendisinin doldurabileceği bomboş bir tuval gibiydi. Günlerce o berrak gökyüzüne bakabilirdi. Çünkü her bakışında oradaki tertemiz bir sayfa görüyordu. Ayaz da bunu hep tertemiz bir hayat olarak düşünüyor, emellerini bu safi gökyüzünde görüyor ancak o tertemiz hayat sadece gökyüzünde kalıyordu.

Gece olmuştu. O masmavi gökyüzü gitmiş, yerine zifiri karanlık gelmişti. Ayın parıltısı ve yıldızların nokta nokta parlayıp sönmeleri sanki bir ışık illüzyonunun bir parçası gibiydi. İzleyeni adeta hipnoz edermişçesine etkilerdi. Ayaz yattığı otlardan kalktı. Tekrardan sokağa giriş yaptı. Zihni her zamankinden daha temizdi. Daha sakindi. Kaldırımlardan yürüyordu. Neler olduğunu tam hatırlamıyordu. Ne idüğü belirsiz maddeler aldığını hatırlıyordu. Zaten onu rahatlatan da buydu. Ancak gece boyunca yaşadığı olayları hatırlamakta güçlük çekiyordu. Sanki o ne idüğü belirsiz maddeleri kullandıkça zihni ve aklı berraklaşıyor, bir anda yaşadığı tüm şeyleri unutuyordu. İçindeki bu boşluk hissi kısa bir süreliğine doluyor gibi hissediyordu.

Sabahın ilk ışığı olan güneşin ışığı ilk olarak Ayaz'a yansıdı. Gözleri kamaşan Ayaz yerde mıhlanmış kalmış bir şekilde uzandığını farketti.  Binanın köşesinden kalktı. Başı feci şekilde ağrıyordu. Dün geceyi hiçbir şekilde hatırlamıyordu. Gözlerini açmakta zorluk çekiyordu. Nereye gittiğini göremedi. Sanki ölüme doğru gidiyordu. Zihni, dün gecenin verdiği rahatlık hissi ile bir ferahlık yaşasa da bugün ağrıyan başı ile dayanılmaz bir acı çekiyordu.

Ne gördüğünden emin değildi.

Tek gördüğü ve duyduğu üzerine doğru gelen simsiyah bir arabaydı.

Ve dayanılmaz acının katbekat artışını hissetti.

Ve ölümün ne kadar da yakınında olduğunu...

Sessizliğin KeşmekeşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin