Doyoung'un evindeki misafirliğinin son gününde Junghwan, ilaçları sayesinde daha iyiydi. Eski kuvveti yerine gelmişti, arkadaşlarına kavuşabilecekti, okuluna dönebilecekti... Bir de keman çalmaya devam edecekti. Onu en çok sevindiren buydu zaten.
Birlikte geçirdikleri bu yedi günlük süre, asla unutulmayacak şekilde zihninde yer edinmişti. Junghwan pek çok şeyi unutsa da, pek çok kişiyi hatırlamasa da Kim Doyoung aklından asla çıkmıyordu. Onunla geçirdiği günler asla zihnini terk etmiyordu.
Ama öte yandan... Doyoung aklını epey karıştırıyordu. Ondan hoşlandığını söylemek dışında her şeyi söylemişti. Bu konu haklında ne zaman konuşmaya çalışsa Doyoung bir şekilde değiştiriyordu hep. Junghwan da üstüne gitmiyordu. Ama buradan gitmeden önce onun gerçek hisleri hakkında bir şeyler öğrenme zorunluluğu hissetti. Artık yapması, açık açık konuşması gerekiyordu bunu.
Doyoung'la oturduğu son kahvaltı sofrasında Junghwan, yemeğiyle oynuyordu sofraya her oturduğu zaman yaptığı gibi. Nedenini bilmiyordu ama hiçbir şey yiyesi gelmiyordu bu hasta olduğu süreç içerisinde. İyileşmiş olmasına rağmen iştahını kapalı olması garibine kaçmıyor değildi ama odaklandığı başka bir şey vardı. Ciddi bir yüz ifadesiyle telefon konuşması yapan bir Kim Doyoung...
O küçük, pürüzsüz, tertemiz ve çekici yüz... Hafif çatık kaşlar ve ufak büzülmüş dudaklar... İzlemeye öylesine odaklanmıştı ki Junghwan, onun ne dediğini duymuyordu bile. Ta ki ustası omzunu dürtene kadar.
"Hwan, iyi misin?"
"Ha- ne? Ah, iyiyim... Sen?"
Doyoung sırıttı. "Beni izliyordun, çekinmeksizin."
"Şey..." Junghwan başını eğdi ama Doyoung çenesini yavaşça tutup kaldırdı başını yine, göz göze geldiler. "Bugün son günün."
"Hm hm..."
Doyoung iç çekti ve yemeğine döndü. "Ne zaman istersen buraya gelebilirsin. İyi bir ev arkadaşısın. Yurttan bıktığın zaman, kalacak bir yerin kalmadığında, okuldan sonra kafa dağıtmak için... Her zaman."
"Teşekkürler, Doyoung."
"Bu arada..." Doyoung telefonunu gösterdi. "Numaranı alabilir miyim?"
"Tabii ki, buyur..." Junghwan numarasını onun telefonuna kaydedip geri verdi. "İstediğin zaman ara, okulda olduğum zamanlar hariç tabii..."
Doyoung gülümsedi ve misafirimiz tabağına baktı. "O yemek bitecek, biliyorsun dimi?"
Junghwan iç çekti. "Evet..."
🎻🎻🎻
"Ulan özlettin kendini!"
"Hwan'ımm..."
"Minik bebeğimiz gelmiş!"
"Yollarını gözledim ben!"
Yurda geldiği an Junghwan, arkadaşlarının hücumuna uğramıştı. Onu gören hemen üstüne atlıyor, saçlarını karıştırıyor, sıkıca sarılıp bırakmıyordu. Jeongwoo onu gördüğü andan beridir ağlıyordu. Junghwan da arkadaşının kafasını omzuna gömüp sırtını sıvazlıyordu sakinleşmesi için.
"Geldim işte, beraberiz artık."
"Mutluluktan ne yapacağını şaşırdı çocuk." dedi Yoshi kendine has güzel gülümsemesiyle. "İçeri mi geçsek? Herkes bize bakıyor."
Junghwan birkaç dakikalığına yurdun bahçesinde olduğunu yeni fark etmeye başlamıştı Yoshinori sayesinde. Eşyalarını alıp yurt odasına yerleştiği zaman Junkyu sırtına çıktı çocuğun (Anılar depreşir :'D).
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest | TREASURE | Dohwan
Fanfiction"Keşke seni de diğer her şey gibi unutabilseydim, hayatımın o büyük boşluğunun bir parçası olmanı dilerdim." ✉⏤͟͟͞͞☆ 𝑯𝒂𝒓𝒖𝒔𝒅𝒊𝒂𝒓𝒚