16. Bölüm

119 11 0
                                    

   Anılarımı yazdığım defteri kapatıp bir kenara koyduktan sonra olduğum yerde gerindim. Dün Kıraç'la ilk tanıştığım anı gördüğüm rüyayı yazıp üstüne biraz düşünmüştüm. Kuşkusuz bu İzem'in gerçek anılarıydı. Fakat bu şekilde rüyalarımda ya da uyanıkken hatırladığım gerçek anılar İzem'in bana bir hediyesi miydi? Ya da uyarısı?

   Sabah kalkar kalkmaz defteri açıp baştan defalarca okumuştum. İzem'in iç dünyasını anlamaya çalıştım bir süre. Onun hislerini yaşıyordum ama onun gibi düşünemediğim için iç dünyasını anlayamıyordum. Hisler anlamak için yeterli gelmiyordu. Hisler sadece durumu zorlaştırıyordu benim için. Kafamda iyi bir yer sahibi olmayan kişileri görünce hızlanan kalbim sinir bozucu geliyordu. Ya da Atahan'a söylediğim onca laftan sonra her o anı hatırladığımda kalbim acıyormuş gibi geliyordu. Kalbin acıması terimini sadece kitaplarda olacağını düşünmüştüm hep geçmiş hayatımda. Kalbimin birisi tarafından elleriyle sıkılıyormuşçasına sıkışması gerçekmiş, anladım. Geçmiş hayatında kimsesiz birisiydim ama asla kalbimin acıdığını hissetmemiştim. Alışmak büyük lanetti gerçekten. İstesen bile üzülemezsin bir şeylere. İstesen de hissedemezsin. Şimdi İzem'in vücudunda yaşadığım bu duygular bana her defasında garip geliyordu. Sadece korktuğumda hızlanan bu kalbin bir insana karşı hızlanması... Aralarından en garip gelense İzem'in babasını her gördüğümde içimde hissettiğim o güven duygusuydu. Bir insanı sadece yüzünü görmek nasıl insanın içinde bir güven duygusu ortaya çıkarırdı? 

   İşte tüm bu duygu karmaşası içten içe geçmiş hayatımı ne kadar eksik yaşadığımı düşündürüyordu bana. İzem'in tüm bu hislerle dolup taşan yaşamı karşısında benim eski hayatım ne kadar yalnız ne kadar da duygu yoksunuydu. 

   Oturduğum sandalyeden kalkıp defteri eski yerine sakladım. Bu defterin bulunması kesinlikle beni deli ilan etmeye yeten bir kanıttı. İyi saklamam gerekiyordu. 

   Kapının çalınmasıyla hızla yatağa doğru gidip oturdum. Kapıyı açan orta yaşlı kadın kafasını uzatıp bana baktı.

   "İzem Hanım kahvaltı hazır.  Ali Bey sizi bekliyor." Yatağımdan kalkıp kafamı salladım.

   "Tamam geliyorum." Kadın bana gülümseyip kapıyı kapatırken bu hizmetlinin haftalardır ismini bilmediğimi fark ettim. Dün gördüğüm rüyadaki dadımla konuşan hizmetliye çok benziyordu ayrıca. Demek ki yıllardır bu evdeydi. Bir ara ismini sormalıydım.

   Aynada kendime bakıp ellerimle saçlarımı düzelttim ve odadan çıktım. Merdivenlerden aşağı inerken duvardaki resimler dikkatimi çekti. Ayaklarım yavaşlarken bir resme gözüm takıldı. Altın varaklı bir çerçeve ile asılmıştı. Bir elinde yumurta sepeti tutan bir kadın diğer elini beline koymuş direkt bana bakıyor gibiydi. Yanında bir masa, masanın üstünde yiyecekler ve bir mum vardı. Sadece belli bir kısmı aydınlatan bu mumla kadının etrafı ve çehresini seçebiliyordum. Arkası mumun ışığının ulaşmadığı yerler bulanık ve karanlıktı. "Gerçek gibi." diye fısıldadım yavaşça. Gerçekten muazzam bir gerçekçilik vardı resimde. 

   "Petrus Van Schendel." Yerimde sıçrayarak yanıma döndüğümde Ali Bey'in gülümseyerek bana olan bakışlarıyla karşılaştım. Yani babam . Ya da İzemiyn babası. Hala bu konuda stabil olarak bir karara varamamıştım.

   "Bu şaheseri çizen ressamın adı. Gerçi.. Bir zamanlar sen benden daha iyi biliyordun." bakışları benden resime dönmüştü. Gözlerinde geçen hissi tarif etmek zordu. Üzgün müydü?

   "15 Yaşındaydın sanırım. Merdivenin duvarları çok boş resimleri koyalım mı dedin. Hepsini kendin seçtin. Resim yapmayı çok sevdiğin zamanlardı."

   Şaşkınlıkla gözlerimi resime çevirdim .

   "Ama hatırlamıyorsun değil mi?" Gözlerimi karşımdaki resimden çekmedim ama babamın bana baktığını biliyordum. Babam... Kalbimi saran sıcaklık ve acıyla yüzümü buruşturmamak için kendimi tuttum. Biranda ağlamak gelmişti içimden nedensizce. Ya da bir nedeni vardı. bu adam benim yüzümden üzülüyordu. Benim yüzümden hayal kırıklığına uğruyordu belki de. Onun üzülmesine dayanamıyordum.

Ben Romana DüştüğümdeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin