Telefonumun zil sesi karanlık ve sessiz gecede, odamın içinde yankılandığı sırada o günden sonraki henüz ikinci gecemdi.
Seokjin'in şoförü beni tam da evimin önünde bırakmış, kapımı açmış, garip bir şekilde ben eve girene kadar arabaya bile binmemişti. Yorgunluk, uykusuzluk ve kafa karışıklığının sebep olduğu içimdeki ciddi huzursuzluk yüzünden tek yapabildiğim hızlı bir duş alıp kendimi yatağa atmaktı. Dayımın sinirli sesini duyana kadar iyi bir uyku çekiyor sayılırdım ki, temizinden on beş dakikalık bir kavga sonrası yatağıma geri dönmüş ve sonrasında odamdan bir gün boyunca hiç ayrılmamıştım.
Ertesi gün okula gitmemiştim, böylelikle ne Jungkook'u görmüştüm ne de onun hakkında nasıl bir yol izlemem ile alakalı çok kafa patlatabilmiştim. Arada aklıma takılıyordu tabii, altı aydır süren ciddi bir soruşturma ile alakalı belki de tek tanıktım fakat tek yaptığım odamda uzanmış, Jungkook'u düşünüp durmaktı. Fena çuvallamıştım hislerim yüzünden. Böyle olmaması gerektiğini biliyordum ama zaman gerekiyordu bir seylerden emin olmam ve ona göre adım atabilmek için.
Öylece polis karakoluna gidip Jungkook'u ihbar edecek cesaretim yoktu. Korktuğum şey ise Jungkook değildi, ona olan içimdeki bu karmakarışık duygu durumuydu.
Ağır sayılabilecek bir uykunun tam ortasında çalan telefon sesine gözlerim hafif aralandığında, çok da bir düşünce yoktu kafamda. Yatağımda, kalın yorganımın içinde bir yerlerden gelen boğuk telefon sesine doğru elimi atmış, bir süre kapalı gözlerle telefonu aradıktan sonra elime geldiği gibi açmıştım telefonu.
"Efendim?" derken bile sadece tek gözümü açabilmiş, tek dirseğim üzerinde doğrulmuştum. Sesim de bilincim de oldukça sersem olacak ki önce sadece derin bir nefes sesi duydum.
"Taehyung."
Onun sesini duyduğumda, bir anda hala uykuda olduğumu düşünecek kadar şaşırıp kaldı bedenim. Onu bekletmeden, biraz da refleksle "Jungkook?" diye mırıldanır gibi oldum. "Sen misin?"
"Taehyung," sesindeki boğukluk çok daha net geldi bu sefer kulağıma. Bilincim bununla birlikte açılmış, uzandığım yerde doğrulmaya çalışmıştım. "Taehyung, ben- başka kimi ararım bilemedim-"
"Jungkook," hızlıca yatağımdan çıkmaya çalışırken sesindeki o tedirgin ton korkutmuştu beni. "Söyle bana, ne oldu?"
Jungkook'un nefes seslerini, ne diyeceğini bilemiyormuş gibi aralanan dudaklarının sesini dinlerken yatakta oturur pozisyona çoktan geçmiştim bile. Kaşlarım çatık, karanlıkta göremediğim bir noktaya bakıyor, uyku hali bedenimden hızlıca uzaklaşırken yerini endişe alıyordu.
"Taehyung acaba sen-" burnunu çektiğini duyduğuma yemin edebilirdim. Titreyen dudakları gözümün önüne gelir gibi oldu. "Buraya gelebilir misin, lütfen?"
Kalbimin acıyla kasılmasına yetişecek bir hızla yataktan fırlamış, telefonu kulağım ve omuzum arasına sıkıştırırken kapının arkasındaki hırkamı almıştım hızlıca. "Geliyorum." dedim hırkamı bir kolunu çoktan bedenime geçirmişken. Gözlerim masamda duran saate kaydı bir saniyeliğine, kırmızı ışıklarla 3.49 yazıyordu dijital ekranın üzerinde.
"Uber çağıracağım," dedim hala telefonu kapatmadığını gelen yutkunma sesinden anlayarak. Hırkamı çoktan giyinmiş, telefonu tekrardan elime almıştım. "On beş dakikaya orada olurum, tamam mı?"
"Hm hm," diye onayladı beni. Sesindeki bu çaresizliği, neler olduğunu ve neyin beni bu saatte tek kelimeyle onun yanına götürecek kadar onu tedirgin ettiğini sormak istedim ama kapattım aralanan dudaklarımı. Kafamı kendi kendime salladıktan sonra telefonu kapattım ve ses çıkarmamaya dikkat ederek kapımı araladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlas | taekook
Fanfiction"Sen," diyorlardı ona. "Sen bir çocuğu katlettin," O ise susardı. Hayır, demezdi. Yapmadım da demezdi. Hoş, dese dahi kimsenin inanmayacağına emindim zaten. Delil yetersizliği yüzünden hapiste çürümekten son anda kurtulmuştu o, kuru sözüne inanmazdı...