"İşte, çayın."
Seokjin elindeki kupayı bana uzatırken elimden geldiğince ona gülümsemeye çalışsam da tek yapabildiğim ağlayıp durduğum için burnumu çekmek olmuştu. Yüzündeki buruk tebessüm ile avuç içlerime çayı bırakıp geri çekildi.
"Ağlama artık," dedi önümde dizlerini kırarak çömelirken. Bakışlarımı kaçırıp avuçlarımı sardığım kupanın üzerinde süzülen buharı izledim. "Hiçbirinin yanına kalmayacak, Taehyung. Ağlama."
Kafamı sallarken bunun içimi rahatlatması gerektiğini bilsem de sadece çok, çok yorgun hissediyordum. Dayanılmaz bir baş ağrısı ve beden yorgunluğu vardı üzerimde. Durmadan düşünüyordum, zihnimi kirleten her bir kaos aniden gözyaşlarımı hızlandırıyor ve bu kanepede, günler sonra ilk defa Jungkook'un bedenime oldukça büyük olan sweatini giyinmişken duygularım da hislerim de karmakarışıktı.
Burnumu tekrardan çekip elimdeki kupayı dudaklarıma götürürken burnumun ucu tekrardan, aniden sızlamıştı. Bu yüzden beni sakinleştireceğine inandığı için çayı yapan Seokjin tekrardan titreyen dudaklarımı gördüğü gibi derin bir şekilde iç çekti. Üstelik konuşmakta ve hatta ayakta durmakta bile zorluk çektiğim için kendisi bir şekilde mutfağı karıştırıp yapmıştı çayı.
Beni sakinleştirebilecek tek şeyin oldukça uzakta, tehlike içinde yüzüyor olmasını bilmem bütün bunları işe yaramaz kılıyordu.
"Taehyung," dedi Seokjin tekrardan. Bakışlarım ona, en az benimki kadar karmakarışık bir ruh halinde olduğunu gösteren bedenine kaydı. Kalçasını pencerenin pervazına yaslamış, kabanını tekli koltuğun üzerine bıraktığı için sadece üzerindeki beyaz gömlek ile duruyordu. Bir ayağı diğerine göre biraz daha önde, kolları göğsünde sıkıca birbirine bağlanmıştı. Bakışları beni rahatsız etmemek için sürekli yerde, eşeleyip durduğu parkede gezinse de birkaç dakikada bir uzunca yüzümü izlediğini biliyordum. Bu yüzden ismimi seslenmesi ile en sonunda göz göze geldiğimide ifadesindeki dağılmayı kolayca yakaladım. Kızarık gözlerimi birkaç kere kırpıp baktım ona, başını iki yana doğru salladı tekrardan hafifçe iç çekerken.
"Birazdan gelecektir," dedi önce. Bir süre durup yüzümü uzunca izler gibi oldu. Başını eğip derince yutkunurken bir eli de burnunu kaşır gibi oldu ama bir şeyler demek üzere olduğunun gerginliğiydi bu. Bakışları kısa süre içinde geri döndü bana zaten.
"Onu gerçekten çok önemsiyorsun,"
"Seviyorum," dedim. Son birkaç saattir sesimin en güçlü ve kesin tonuydu bu. "Onu seviyorum Seokjin. Doğru kelime bu."
Seokjin'in kaşlarını bile gevşetecek o his yansıdı yüzüne. Aptal değildim, karşımda sinirden titreyen, beni germemek için sakin kalmaya çalışan bedenini fark edeli çok oluyordu. Sürekli telefonunda mesaj yolu ile bir konuşma gerçekleşirip tıpkı Jungkook'a dediği gibi her şeyi kontrol altında tutsa da gergin bedenini görmek zor değildi. Bana bakan bakışlarını, kendini tutamamış gibi ifadesinin kırık bir tebessüme dönüşmesini ve ben Jungkook'u sevdiğimi söylerken dudaklarındaki o kesin otoriterin saniyelik olarak kırıldığını görebiliyordum. Seokjin'i görüyordum fakat ilerisini yaşatmayacak başka bir sanrının içinde kaybolmuştum ben çoktan. İlerisi bir hiçti bu yüzden.
"Biliyorum," kafasını kendini onaylamak istercesine kısaca salladı. Bakışlarını önce kaçırsa da bunun bana bir şeyleri çok net belli edeceğinden çekinmiş gibi direkt geri baktı gözlerime. Dudağı bana hafif bir tebessüm için yavaşça kıvrıldı. "Nasıl bir şeydir bilirim Taehyung, seni suçlamıyorum,"
"Sen hep," bakışlarımı kaçıran taraf bendim bu sefer. Önce avuçlarımın arasındaki kupaya, sonra da bacaklarımı örten, Jungkook'un son zamanlarda kanepede uyurken üzerine örttüğü örtüye çevirdim onları. Geri ona bakmadan konuşmak daha iyi hissettirdi o an, öyle yaptım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlas | taekook
Fanfiction"Sen," diyorlardı ona. "Sen bir çocuğu katlettin," O ise susardı. Hayır, demezdi. Yapmadım da demezdi. Hoş, dese dahi kimsenin inanmayacağına emindim zaten. Delil yetersizliği yüzünden hapiste çürümekten son anda kurtulmuştu o, kuru sözüne inanmazdı...