Yüzümde silmekte oldukça zorlandığım bir tebessüm ile okulun merdivenlerinden inerken uzun süredir hissetmediğim bazı duygularla çevriliydi her bir yanım.
Jungkook yemek saatlerinde ortak kafeterya alanında yemezdi. Bu olayların patlak verdiği ilk zamanlar insanların ona sataşması, yemeğini dökmesini, mide bulandırıcı küfürler ile itham etmesi, hiç değilse kötü bakışlarını ona dikmesiyle başlamıştı.
Bu yüzden, kısa süre içinde Jungkook bir anda hiçbir ortak alanda ortalıkta gözükmemeye başlamıştı. Tabii buna kafeterya da dahildi. Aylardır onu bir kere bile orada görmemiştim.
Nereye gittiğini de biliyordum. İstemeden gözümü ondan bir türlü çekemediğim için okulun bodrum katındaki küçük bir depo odasından çıktığını görmüştüm. Bir keresinde cesaretimi bütün bir günün ilk yarısı toplamaya çalışıp yanına gitmeyi hedeflesem de başaramamıştım. Ona atmaya yeltendiğim her adım oldukça ürkütüyordu o zamanlar beni.
Şimdiyse çoktan bodrum katına inmiş, seslerden oldukça uzaklaşmışken omzuma astığım bez çantamın içindeki kutulara kumaş üzerinden yaslamıştım avucumu. Jungkook gece yarısından sonra işe gidip sadece bir iki saatliğine uyuduktan sonra gelmişti okula. Onun uyuduğu süre zarfında mutfakta bir şeyler yapmıştım ben de. Yaşanılan şeylerden sonra kazandığım cesaretin bir göstergesiydi bu sanki, heyecanlıydım.
Sonunda vardığım deponun kapısını tıklatmadan açarken onu tam da tahmin ettiğim gibi karşıdaki duvarın dibine çökmüş, uzattığı ayaklarını birbirine kenetlerken bulmuştum. Açılan kapı sesi ile hızla bana dönen gözlerinde şaşkınlık çoktan yer edinmişti. Buraya birinin gelecek olma düşüncesi hali hazırda şaşırtıcı bir durum olmalıydı onun için. Fakat aralanan kapı ardından gördüğü bedenimle şaşkınlığı daha da artmış, kaşları çatılmıştı.
"Hey," arkamdaki kapıyı kapatırken koca bir tebessümle konuştum. Oldukça uzadığı için önüne gelen dalgalı saç tutamını kafasını geriye doğru dürterek yüzünden ayırdığı sırada "Hey," dedi o da. "Burada ne işin var?"
"Hiç," neşeli ses tonum ile yanına doğru adımlayıp tam da önüne bağdaş kurarak oturdum. "Eşlik ederim diye düşündüm,"
Çatılan kaşları dediğim cümle ile havalandı bu sefer. İçine beyaz bir tişört giydiği siyah kolej ceketi ve kargo pantalonu ile, her ne kadar işten geldikten sonra sadece deri ceketini değiştirdiğini bilsem de, çok iyi duruyordu. Saçları bakım yapmasa da gür ve parlaktı. Son zamanlarda özellikle dikkat ettiği için herhangi bir olay yaşanmamış, yüzüne de herhangi bir darbe almamıştı. Birkaç küçük çizik ve kızarıklık harici beyaz teni pürüzsüz duruyordu.
"Yemek arasında olduğunu zannediyordum,"
"Öyleyim zaten," dedim çantamı kucağıma bırakırken. Jungkook keyifli sesime ve gülümsememe bakarken tekrardan çattı kaşlarını. Gözlerim parmakları arasındaki sigarayla buluştuğu anda kaşlarım sorgular gibi kalktığı anda kendi eline baktı. "Ah," diye mırıldandı o da sigara tutmayan parmağıyla başını kaşırken "Ben de bir şeyler atıştırıyordum öyle, "
"Bir şeyler mi atıştırıyordun?" bakışlarım yan tarafındaki karton bardağın içindeki kahveye döndüğü an Jungkook sigarayı dudaklarına yerleştirip başını salladı. Uzanıp içine çektiği dalı dudaklarının arasından alırken "Tanrı aşkına," diye mırıldandım. O son anda dudaklarının arasına yerleşen dumanı dışarıya üflediği sırada elimdeki izmariti yarısı biten kahvesinin içine atmıştım.
Jungkook ne yaptığımı anlamamış gibi sessizce, oturduğu yerden bana bakarken kucağımdaki çantanın içinden çıkardığım kabı ortamıza koydum. Diğerini de çıkarıp üzerine bırakırken "Bugün birlikte yiyeceğiz," demiştim. O oturduğu yerden, sessizce beni izlerken en son henüz açılmamış stickleri de çıkartıp başımı ona doğru kaldırmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlas | taekook
Fanfiction"Sen," diyorlardı ona. "Sen bir çocuğu katlettin," O ise susardı. Hayır, demezdi. Yapmadım da demezdi. Hoş, dese dahi kimsenin inanmayacağına emindim zaten. Delil yetersizliği yüzünden hapiste çürümekten son anda kurtulmuştu o, kuru sözüne inanmazdı...