"Yani görüntü kontrastını çok fazla arttırmadan doygunluğu biraz düşürmen gerekiyor."
Biten ders sonrası sınıftan ayrılmak üzereyken yanımda oturan bir kızın oldukça kibar bir dille bana soru sormasından ötürü amfiden çıkmamış, dizüstü bilgisayarının ekranında açık olan projesinde takıldığı yeri anlatmaya çalışıyordum.
Freya, henüz öğrendiğim kadarıyla birkaç ay önce okulumuza gelmiş İngiliz bir kızdı. Korecesi her ne kadar arada kaşlarını çatıp söyleyeceği kelimeyi düşünmesini gerektirecek kadar tam olmasa da buraya hemen uyum sağlamış gibiydi. Ekranındaki uygulamada gösterdiğim her bir adım için bana ağız dolusu teşekkürlerini sunuyor ve oldukça samimi bir tebessüm yerleştiriyordu yüzüne.
"Anladım, tanrım, çocukluğumdan beri çekim yapmama rağmen iş editlemeye gelince takılıp duruyorum. Çok teşekkür ederim,"
"Yeteri kadar teşekkür aldım, gerçekten önemli değil." kız bilgisayar ekranını kapatırken dönüp tekrardan gülümsedi bana. "Yardımcı olabildiğime sevindim."
Tam o anda cebimde deli gibi üçüncü kez titreyen telefonumu hızla, ceketimin kumaşı üzerinden tuşa basarak sessize aldığımda kızın bakışları oraya dönse de pek takılmadan devam etti eşyalarını toplamaya.
"Seni tutmuş olmalıyım, tanıştığımıza çok sevindim Taehyung, kendine iyi bak lütfen."
Uzattığı eli sıkarken telefonum tekrardan titremeye başladığında "Ben de öyle, Freya." diye cevaplamıştım karşımdaki kızı. Kimin aradığını bildiğim telefonu bu sefer sessize almak yerine cebimden çıkarttığımda beklediğim isme rağmen nefesimi tutmuştum.
Bir süre oluyordu, Jungkook ile aramızdaki ilişkinin hiç beklemediğim bir yere evrilmesi yani. Onun evindeydim. Günlerdir, sanki bu yıllardır alıştığımız bir şeymiş gibi onunla okula geliyordum. Yanyana durmamak için sigara içeceği bahanesi ile beni önden yollasa da aklından geçenleri okumakta fena sayılmazdım. Bu yüzden okula sapan sokağın başında ondan ayrılıyor, tek başıma giriyordum okula. Ve çıkış saati geldiğinde ise, her ne kadar derslerimiz aynı saatte bitmese dahi Jungkook aynı köşede bekliyordu beni. Bozuk sokak lambasına yasladığı bedeni beni görünce doğruluyor, ayağının altındaki birkaç taşı ben tamamen yanına varana kadar eziyor ve en sonunda açıklama beklememi istemediğini gösterir gibi "Gidelim," diyordu.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, onunla birlikte evine girdiğim ikinci haftadaydık ve her gece aynı şekilde yatağındaydım onun. İşe gitmesi gerektiğinde beni beklemeden uyumam gerektiğini söyleyerek bir şekilde odasına girmemi ima ettiğini anlıyordum. Ve doğrusu, hemen oturma odasında çok rahat bir şekilde sığacağım bir koltuk da duruyordu fakat Jungkook böyle bir seçeneğin varlığından bile haberi yokmuş gibi davranıyordu. Her gece tişörtünü çıkarıyor, bana giyinmem için bol tişörtlerinden birini vererek yatağına giriyor ve açık bir şekilde beni de bekliyordu örtülerinin arasında.
Ne diyebilirdim ki, onun bütün bunlara engel olmadığı yerde ağzımı açıp diyecek tek bir cümlem yoktu. Bedenimi adeta döven kalbim ve kokusu yüzünden burnumda aniden beliren ağlama isteğimin habercisi olan sızıyla giriyordum yatağına. İlk gecenin aksine tenlerimiz birbirine çoğu zaman oldukça uzak olsa da, alnımı çıplak sırtına yasladığım bir çok sabaha uyanmıştım. Gece yarısı çıplak bacaklarımdan birini kavrayıp kendi bedeninin üzerine atan avuç içini de anımsadığım oluyordu. Parmak uçları ikimizin de bilincinin yarı açık olduğu zamanlarda çıplak tenimde geziyor, tişörtünün sardığı belimi bir de koluyla o örtüyor veya bacak arama kendi bacağını yerleştirip kırdığı dizini neredeyse kasıklarımda hissetmeme sebep olacak kadar yaslıyordu bana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlas | taekook
Fanfiction"Sen," diyorlardı ona. "Sen bir çocuğu katlettin," O ise susardı. Hayır, demezdi. Yapmadım da demezdi. Hoş, dese dahi kimsenin inanmayacağına emindim zaten. Delil yetersizliği yüzünden hapiste çürümekten son anda kurtulmuştu o, kuru sözüne inanmazdı...