-22

469 51 115
                                    

Kendi odamda, ondan uzakta bir şekilde geçirdiğim günler sayılı olduğu kadar sonsuz bir ızdırabın kendisiydi sanki.

Jungkook ile son gece, güneşi doğurduktan hemen sonra çıkmıştık yola. Benim için öncesinde küçük bir bavulu çoktan hazır etmiş, sıkıca giyindiğimden emin olduktan sonra elimi tutup buna asla kendi başıma cesaret edemeyeceğimi anlamış gibi bir anda çıkarmıştı ikimizi de darbeleri yer edinmiş kapısından.

Orada, o dolapta Atlas ile saklanırken olan biteni tahmin ettiğimi sansam dahi, düşündüğümden çok daha beter olacak ki apartman bile yağmalanmış gibi duruyordu. Kullanılmasa da sağlam olduğuna emin olduğum posta bölmeleri kırılmış, girişteki küçük ve kirli ayna paramparça olmuştu. Yanlarında getirdiği sopaların evimizi yıkarken kırılan parçaları bir köşeye atılmış gibi duruyordu yerde. Jungkook gözlerimi alamadığımı anlamış gibi beni hızlıca çekip kolunun altına aldığında istediğini yapmıştım ben de. Gözlerimi sımsıkı yumup ona sığınmıştım.

Hava iyice açmaya başladığı sırada pikabı ile çoktan kendi evimin önünde duruyorduk bile. Yaşadığımız gecenin, bedenlerimizde yer edinen ilklerin ve dudaklarımıza konan söylenmiş her bir cümlenin etkisi ile onun gözlerine bakmak bile zorluyordu beni. Yanaklarım sadece ona yakın olduğumu bilmekle beraber kızarıyor, kulaklarımdan yayılan bir ısının bütün bedenimi yaktığını hissediyordum. Aramızdaki bu garip, keşfedilmeyi bekleyen yeni atmosfer ile baş etmek zor, bir o kadar da heyecan vericiydi zavallı gibi çarpan kalbim için.

Jungkook indiğimiz arabanın önünde bana en az on beş dakika boyunca hiç ara vermeden sarıldı. Saçlarımı her geçen saniye ayrılmak daha zormuş gibi okşayıp durdu, belirli aralıklarla şakağımı öptü. Pek bir şey söylemedi, bedeni sıcacıktı.

"Gitmen gerekiyor," diye fısıldamıştı burnumun ucundaki engellenemez o derin sızı anında kendini gösterirken. Utanç ve çekimi yoğunca hissettiğim bedenine başımı öylesine sıkıca gömdüm ki, Jungkook iç çekerek birkaç dakika daha bekledi sadece. Titreyen parmakları ve tenimin üzerinde dinlenen dudaklarından onun için de kolay olmadığını anlıyordum.

"Lütfen yemek yemeyi unutma,"

"Unutmam,"

"Biraz da olsa uyumaya dikkat et, biri canını acıtırsa yanıma gel, bütün yaralarını saracağım, tamam mı?"

"Tamam,"

"Atlas'a istediği kitapları almıştım, sürpriz yapacağım için dolabının arkasına saklamıştım. Zarar görmemişse hala ver onları ona, okursa aklı dağılır."

"Veririm, Taehyung,"

"Jungkook, lütfen-" boynuna gömdüğüm başımı aniden daha da titreyen sesimle sakladım sıcak tenine. Onun da kolları sıklaştı bedenimde, ensemdeki avucu sakinleşmemi istermiş gibi okşadı saçlarımı. "Lütfen iyi ol-olmaya çalış. Benim aklım hep sende."

"Taehyung'um,"

Gerildiğim anlarda, sessizce, adeta fısıldarcasına konuştuğunda nedensizce aniden sakinleşirdim. Bunu bir şekilde çoktan fark etmiş gibi kulağıma sıcak nefesini ve kuru, kısık sesini üflemiş, titreyen dudaklarımı kapatmama sebep olmuştu. Birbirine değen karınlarımız, burunları sürtüşen ayakkabılarımız, neredeyse bir olmuş saç tutamlarımız ve bütün bu kumaşa ve soğuğa rağmen bir şekilde birbirine karışmış bedenlerimizin hissiyatının verdiği o anlık sakinliği hatırlattı sesindeki o boğuk ton. Dudakları yavaşça yanağıma kayıp onlara uzunca birer öpücük vermişti.

Yine de teselli niyetine bir şeyler söylemek için o da çokça bitikti o an. Kızarık, yorgun gözleri ile benimkilere bakarken evden çıktığımızdan beri tembihlediği şeyleri tekrar etti ve her birinden sonra küçük bir baş sallaması, onay mırıltısı, hiç değilse dudak kenarlarımıza bıraktığımız küçük buseleri verdiğimizden emin oldu.

atlas | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin