Jungkook beni kendi odasına kilitledikten bir süre sonra evden çıkmıştı.
Nereye gittiğini bilmiyordum. Hava iyice kararmış, kabullenmişlik bedenime iyice yerleşmiş ve ruh halim sakinleşmişti. Odasında, yatağıyla komodonin oluşturduğu küçük boşluğa oturarak bedenimi yerleştirmiştim. Dizlerim saatlerdir göğsümden ayrılmamıştı bile. Ellerim onları sıkıca sarmış, başımı yaslayabileceğim etten ve kumaştan ibaret bir yastık görevi görmüştü bedenim.
Uykum geliyordu. Ağladıktan sonra yorgun düşerdim. Bu yüzden şiştiğini az çok hissettiğim gözlerim, elimde olmadan yavaşça açılıp kapanıyordu. Fakat yine de, üzerime kapıların kilitlendiği bir evde uyuyacak kadar delirmemiştim neyseki.
Birkaç saat evde tek bir ses dahi yokken oturduğum yerden Jungkook'un odasını izlemiştim öylece. Yatağına elimi dahi sürmemiştim. Bu yüzden bir buçuk kişilik yatağı gri çarşafıyla birlikte oldukça düzgün duruyordu. Üzerinde iki yastık daha vardı. Ben de üç yastıkla yattığım için burası bir süre dikkatimi çekmişti. Onu bir yastığa sarılarak, tam burada hayal ettiğimde yüzümü daha da gömmüştüm hırkamın kumaşına. Düşüncelerim dalıp gittiği noktalar elimde olmuyordu çoğu zaman, bir anda kendimi odasında, en mahreminde bulmam ise buna yardımcı olmuyordu haliyle.
Genel olarak sade, biraz da dağınık bir odaydı nihayetinde. Küçük bir çalışma masası, gri hırkasını asılı olduğu sandalyesi, gitarının çantası, giysi dolabı, kapısının arkasındaki asılı birkaç tişörtü ve küçük bir rafa dizdiği müzik gruplarının albümlerinden başka gözle görülür bir şey yoktu odasında. Yine de kuşlar sakince ötmeye başlayana kadar; dokunmadan, dahası yaklaşmadan, öylece oturduğum yerden göz hapsine alıp izledim odasını.
Gün ağırmaya başlayıp üzerime penceresinden birkaç ışın bıraktığı anda evin dış kapı sesi dolmuştu kulaklarıma. Ondan başkası olmadığını bildiğim için heyecanlanmıştım ister istemez. Birkaç ses daha gelmeye devam etse de buraya geleceğini düşünmüyordum. Bu yüzden başımı kollarımın arasına yaslamış, sanki ne yaptığını görebilecekmişim gibi tişörtlerinin asılı olduğu kapısını izlemeye başlamıştım.
Önce adım seslerini duydum, mutfağa girdiğini en azından bir bardağın tezgaha hafifçe çarpma sesinden anımsar gibi olduğumda kesildi evin içindeki hareketleri. Omuz silkip birkaç ağaç dalının ve doğmaya başlayan gökyüzü turunculuğunu gösteren penceresine döneceğim vakit kilit sesi yankılandı odasında. Hemen sonrasında, kapı açıldı ve uzun bedeni girdi içeriye.
Bakışları yatağa kaydıktan hemen sonra buldu beni, kaşları yerde oluşuma şaşırmış gibi çatılsa da bunun hakkında pek bir şey söylemedi. Arkasından kapıyı kapatıp yanıma doğru geldiği anda istemsizce yaslandığım duvara doğru bastırdım bedenimi. Yerimde rahatsızca kıpırdandığımı, ondan çekindiğimi çok net fark ettigini biliyordum. Kaşları anlayışla gevşemişti çünkü şimdi.
"Günaydın," dedi oldukça ağır adımlarla gelip kendi yatağına, hemen yanı başıma otururken. Ceket giymiş bedeni, iki elini hafifçe arkaya doğru yaslandığında gerildi. Bana hitap edişiyle tam olarak ona döndüğünde bakabildim yüzüne. Dahası, oldukça yorgun duran uykusuz gözlerine ve dağılmış ifadesine.
Neredeydi, bütün gece ne yapmıştı bilmiyordum fakat oldukça yorgun duruyordu. Üzerinde siyah bir kot, içine giydiği bol beyaz bir tişört ve siyah deri ceketiyle çoğu yere uyum sağlayabileceği için aklıma bir fikir gelmemişti açıkçası. Fakat uzun dalgalı saçları oldukça karışmış, gözleri her zaman olduğunun aksine sönük ve yorgundu. Bir dakika dahi uyumadığına emindim sadece. Tıpkı benim gibi bakan bakışlarının aksine, bedeni bütün gece öylece duran benimkinden ziyade oldukça yorgun düşmüş olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlas | taekook
Fanfiction"Sen," diyorlardı ona. "Sen bir çocuğu katlettin," O ise susardı. Hayır, demezdi. Yapmadım da demezdi. Hoş, dese dahi kimsenin inanmayacağına emindim zaten. Delil yetersizliği yüzünden hapiste çürümekten son anda kurtulmuştu o, kuru sözüne inanmazdı...