-26

416 53 233
                                    

Salonda hiç beklenmeyen bir ciddiyet hakimdi.

Ne sahadaki oyuncular ne de tribündeki seyirciler bu maçı seçmeler için bir antrenman olarak görmüyor gibiydi. Tek kişiye karşı kurulmuş ciddi bir kümeleşme hem tribündeki tezahürratlarda hem de sahada topu süren oyuncularda yerini almıştı.

Karşı takımdaki kişilerin ona karşı sert olmasını anlayabilirdim, gerçekten. Her ne kadar bir antrenman maçı olsa dahi hepsinin yaklaşan turnuva için deli gibi hazırlandığını tahmin edebiliyordum. Okulun önümüzdeki kış kupasında yaptığı en iyi derece, geçen yıl takım kaptanlığında Jungkook'un yer aldığı katılımda gerçekleşmişti. Ön elemelerden dahi geçmeyi başaramamış takım için Jungkook'un disiplin ve takıma yön veren yeteneği ile ikinci olmuşlardı. Bunun farkında olan oyuncuların ondan nefret etmek ve onu takımlarında geri istemek arasında ince ve keskin çizgide dolandığını biliyordum. Ne olduğu önemsiz kimse ondan iyi değildi çünkü, günlerdir doğru düzgün uyumamış vücudu, henüz solmaya dahi başlamamış yüzündeki yaraları, bıçak darbesi nedeniyle sargıyı sadece bir haftadır bıraktığımız göğüs yarası, kendisi hayatındaki düşündüğü en son şey olduğu için kazandığı berbat beslenme düzeni ve bağışıklık sistemini mahveden vitamin haplarına rağmen Jungkook, sahada yine de o aşık olduğum çocuktu.

Eline fırsatın geçtiğini söyleyemezdim. Doğrusu ona asist olmak yerine topu defalarca kez dışarı attıklarına ben dahi emindim. Bütün kararlılığıyla savunma yiyen oyuncunun yanında duruyor, eline top geçtiği an onu potaya sokacağına garanti veren bakışlarla takım arkadaşından pas bekliyordu fakat olmuyordu işte. Ona pas vermemek, onu çağıran onlar değilmiş gibi oyunda geri planda tutmak için ellerinden geleni yapıyorlardı.

Eline topun geçtiği nadir anlardan birinde öylesine sert bir savunmaya maruz kalmıştı ki, koçun düdüğü bir antrenman maçı olmasına rağmen sertçe yankılanmış, yaralı omzuna sertçe darbe alan Jungkook yüzünü buruşturmanın ilerisine gitmemişti, kelimenin tam anlamıyla darp ediliyordu fakat geri atak olarak yaptığı hiçbir şey yoktu. Oyununu kuralına göre oynamak istiyor, her ne kadar şahsına edilen olumsuz tezahüratlar ve küfürler kulak doldursa da bunu görmezden geliyordu. İyi bir pas verdiğinde, asist yaptığında veya fırsatı zar zor elde etse de güzel bir basket çaktığında gözlerini kapatıyor, hak ettiğinden çok daha az aldığı alkışı ve hak ettiğinden oldukça fazla olan hakaretleri duymazdan gelip onca insanin içinde beni buluyordu. Geri pozisyon almaları gereken o birkaç saniyede gözlerimin içine bakarak bileğindeki beyaz bandanaya dudaklarını bastırdığında amacı bana ne uğruna dayandığını kanıtlamak istermiş gibiydi.

Ne kadar itilip kakılsa da, baskı ve hakaretler boynuna birer ip gibi dolanıp ayaklarını düğümlese de koşmayı bırakmadı.

Oyunun ikinci devresinde o kadar sertçe yere itildi ki, onun bile yüzünü buruşturduğuna şahit oldum, ellerim titriyordu, yere düştüğünde tribünden yükselen o keyifli sesleri, kahkahaları ve ukala cümleleri duyduğum an gözlerim berbat bir şekilde dolmuştu. Neredeyse ayağa kalkacak, tek başıma bir halt etmeyeceğimi bilsem de sesimi çıkaracaktım. Gözlerimi kırpmadan yerdeki bedenine bakabildim sadece, hemen iki sıra önümdekiler dolu bir su şişesini kafasını son anda sıyıracak şekilde ona fırlattığı sırada maçı siktir edip onu buradan çıkarıp götürmeyi bile düşünmüştüm. Muhtemelen kalçasını ve bileğini çok fena incitmişti, yerde nefes nefese, terlerini buradan dahi görebileceğim bir şekilde duruyordu. Sahada bir âdet olan, yere düşen oyuncuya elini uzatma girişiminde hiç kimsenin bulunmaması kanıma dokunuyordu. Avuç içime bastırdığım tırnaklarım benim derimi yarıp geçmek üzereyken ne kadar güçsüz olduğumu düşünmeden edemiyordum. Şimdiden yenilmiş ve o her ne kadar oyun boyunca tek bir hata dahi yapmamış olsa da sahayı beraber terk edelim, pes edip vazgeçelim istiyordum. Oyun düşündüğümden de zor geçiyordu çünkü.

atlas | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin