"Anlat bakalım, başka ne yaptın?"
"Kliplerin editlerini bitirdikten sonra pek bir şey yapmadım aslında," dedim telefonun ucundaki Jungkook'a karşı. Normal konuşma süremizi çoktan aşmıştık, her ne kadar gizlemeye çalışsa da sesindeki derinlikten çok yorgun olduğunu anlayabiliyordum. Yine de kapatıp sahip olduğu bir iki saatlik uyku süresini çekmek yerine sıcacık bir ses tonuyla bana bomboş günümde neler yaptığımı soruyordu.
"Hadi, zamanını boşa geçirmeyi sevmezsin sen, anlat."
"Jungkook," demiştim yatağımda ayaklarımı kendimde doğru çekerek. Çenemi dizlerime yaslayıp kalın çoraplarımın üzerindeki desenleri izledim. "Yorgunsan kapatabilirsin, iki saate benzin istasyonundaki işine gideceğini biliyorum."
"Sadece sesini duymak istiyorum," derin bir şekilde iç çekti hemen ardından. "Daha fazla ihtiyacımın olduğu bir şey yok, Taehyung. Ne uyku ne de başka bir şey, konuş sadece."
"Ah," yanaklarımdaki ufak ısı sanki bütün odaya yayılmış gibi bedenimin her bir yanını sardığında yüzümü kollarımın arasına gizledim. Bir şeyler yaşadığımızı, mahremlerimizi paylaştığımızı bilsem de her şeyden önce ben hala on körkütük aşık o tecrübesiz çocuktum. Koridorun diğer ucundan onu izleyen çocuktan tek farkım ona aşık olmak için çok daha fazla sebebimin olmasıydı. Hislerimin bu denli artışı parabolik bir grafik misali durdurulamaz gibiydi. Ona karşı hep çok aşırıydım.
"Ben, o'nun için birkaç şey ördüm."
"Oh, öyle mi?"
"Hm," başımla görmeyecek olsa da onayladım onu. "İki tane kazak, dört tane de çorap ördüm. Aslında önce atkı ve bere örmeyi düşünmüştüm ama bilirsin-"
Cümlemi, dilim Atlas'ın zaten dışarıya çıkmadığını söylemeye bir türlü varamadığından kestim. Kötü hissettim kendimi, bir anda kesilen sözümden ve telefondan duyduğuna bir şekilde emin olduğum derin yutkunma sesinden anladı o da bunu.
"Taehyung," dedi. Sesi daha boğuktu şimdi. "Mavi rengini çok sever. Birlikte dışarı çıktığımızda mavi renklerinde bir atkı ve beresinin olmasına çok sevineceğine eminim,"
Burnumun ucuna ince bir sızı yayıldı. Yavaşça arkamdaki yastığa başımı yaslayıp bacaklarımı kendime çekerken tuşlu telefonu kulağım ve yastığım arasına bıraktım. Gözlerim doluydu.
"Nereye giderdik," diye sordum. Yanlış bir şey söylemekten deli gibi korkuyordum. Hayal kuralı uzun zaman oluyordu.
"Hmm, bir bakalım." Dedi o da. Çıkan sesten onun da arkasına doğru yaslandığını anlamıştım. "Güzel, sessiz bir kasabada küçük bir kulübemiz olurdu. Pencereden baktığımızda gölü görebileceğimiz, sabah ayazında sislerin yere yakın olduğu, tertemiz havası olan yemyeşil bir kasaba olurdu. Belki,"
"Reine,"
"Reine?"
"Norveç'te. Küçük bir kasaba. Tam anlattığın gibi bir yer,"
"Norveç demek." Diye mırıldandı. Sesindeki uyku isteği yoğun olsa da konuşmadan kopmak ister gibi durmuyordu hiç. "Reine soğuk olur, Taehyung. Atkıyı ve bereyi hemen örsen iyi edersin."
"Olur," dedim. Dudaklarım titredi. Davasına sadece birkaç ay kalmıştı. Elinde iyi bir birikim olsa da tekrardan aynı avukatı tutmak için gereken paranın sadece üçte birini toplamıştı. Abisiyle asla konuşmayacağını, bir başka avukatı daha uygun fiyata tutmanın riskini de alamayacağımızı biliyordum. Elimizde, tuşlu bir telefonun iki ucundan kurduğumuz temiz hayaller haricinde hiçbir şey olmasa da dolu gözlerime rağmen gülümsedim ve tekrardan "Olur, Jungkook." Dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlas | taekook
Fanfiction"Sen," diyorlardı ona. "Sen bir çocuğu katlettin," O ise susardı. Hayır, demezdi. Yapmadım da demezdi. Hoş, dese dahi kimsenin inanmayacağına emindim zaten. Delil yetersizliği yüzünden hapiste çürümekten son anda kurtulmuştu o, kuru sözüne inanmazdı...