-13

27 8 12
                                    

"Ah, hadi ama!"

Oturduğum geniş fakat sert koltukta başımı arkaya yaslayıp, hayal kırıklığıyla haykıran Alex'e baygınca baktım. Hogwarts'ın, bina ayrımı tanımayan küçük salonlarından birindeydik. Iona ile Alex küçük salonun ortasındaki masada çekişmeli bir şekilde Büyücü Satrancı oynuyorlardı. Onlar rekabetin dibine vururken Cynthia da nükteli konuşmalarıyla hakemlik rolüne soyunmuştu. Âdeta Quidditch maçı sunuyordu. Alex'in geriye kalan birkaç taşından birini daha parçalayan Iona zevkle sırıttı. "Seni haklıyorum Alexander, ayağını denk al!"

Bacaklarımı toplayıp, koltukta bağdaş kurdum. Elimdeki romanın sayfasını çevirerek cümlenin üzerinde gözlerimi gezdirmeye başladım. Ancak üçüncü kelimeden sonra odaklanamıyordum bir türlü. Ağrıyan başımı geçirmesi umuduyla kaşımın hemen üstünü ovuşturup atkuyruğu yaptığım saçımı biraz gevşettim.

Şimdiye dek, çok kısa bir sürede, bu devasa şatonun çok büyük bir kısmında aramıştık Ethan'ın taşını. Hiçbir şey bulamamanın verdiği bıkkınlık hepimizi yormuş olsa da, şikâyet etmiyorduk hiçbirimiz. Alex bile. Bu sorumluluğu çoktan kabul etmiştik ve Ethan bizimle oyun oynuyor olsa dahi biz sözümüzü tutardık. Bence, okulun neredeyse yedi bölü sekizini bitirmiş olmamız; bakacak daha az alan ve bulma ihtimalinin artması demekti. Yani fikrimce bu, o efsunlu kırmızı taşı bulmamıza ramak kaldığı anlamına geliyordu.

"Ne zaman gelecek bu herif?" diye mırıldandı Alex. Hafta sonuydu, herkes Hogsmeade'de iken okuldaki arayışımızı tamamlamayı umut ediyorduk. Ethan'la en son konuştuğumuzda burada buluşmayı önerdiği için onun gelmesini bekliyorduk. Başımı bin parçaya bölen keskin ağrıyı geçirebilmek gayesiyle gözlerimi yumdum. Ancak, son zamanlarda tüm bu karışıklıkların üstüne tuz biber olan kâbuslarım uyanıkken de rahatsız ediyorlardı beni.

Tamam, senin basit bir taşı bile bulacak kabiliyetin olmayabilir.

Göz kapaklarımı sertçe bastırdım. Gözlerime basınç uyguluyor olmalarına aldırmıyordum, sadece geçsin istiyordum. Tırnaklarımı koltuğun iki yanına bastırdım. Kabul ediyordum, özellikle şu sıralar tamamen vasıfsızdım! Ağabeyim gittiğinden beri vasıfsızdım, tamam!

Sinirime hâkim olamayarak ayağa fırladım ve romanımın kapağını sertçe kapatıp kalktığım koltuğa fırlattım. Cyrus'un içeri girdiğini göz ucuyla görsem de selam vermeye yeltenemeyecek kadar öfkeliydim. Gelmeyecekse niçin bekletiyordu Ethan bizi! Sabrımı zorluyor, zamanımı harcıyor ve bana kafayı yedirtiyordu! Evet, bana kafayı yedirtiyordu! Tek bir laf ediyor ve dediğinin ne anlama geldiğini bile düşünmeden çıldırtıyordu beni! Hiç şüphesiz her bir hücremi ele geçiren hiddetle kapıya ilerledim. Ayaklarım istemsizce tabanı dövüyor olmalıydı, çünkü çok öfkeliydim!

Hışımla kapıdan dönerken göğsüm sertçe bir şeye çarptı.

Yüzümü buruşturup çarpmanın etkisiyle sımsıkı kapattığım gözlerimi açtım. Bir şey savrulmamı engellemiş, sıcaklığıyla belime dolanmıştı. Çatık kaşlarımın altındaki ela gözlerim ağır ağır belimdeki kolun sahibine çevrildi. Ethan'ın hafif kavrayışıydı beni engelleyen.

Yüzünü kulağıma yaklaştırıp, sıcak nefesi kulağıma vururken, "Çok çabuk gardını indirdin, deli fişek." diye fısıldadı. Önce donan kanım, çok geçmeden kaynamaya başlamıştı. Hissettiğim tarifsiz acı nefesimi sıkıştırsa da boğukça söze girdim ve hışımla onun kavrayışından kurtuldum. "Gardımı falan indirmedim! Şöyle seslenme, sakın."

Salonun içinden gelen gürültüye bakılırsa benim bağırışımı duymuş olmalılardı. Sese refleks olarak birkaç saniyeliğine döndükten sonra yeniden Ethan'a baktım. Yüzündeki belli belirsiz şaşkınlığı son anda yakalayabilmiştim, ancak yine de çok kızgındım. Benim için o kelimenin manasını bilmiyor olmalıydı ama bu düşünceyle kafamı kurcalayıp sakinleşmek istemiyordum. Çehresindeki ifadeyi yok edip geriye bir adım attı ve dudağının bir kıvrımı yukarıdayken anlayışla ellerini havaya kaldırdı. "Tamam, nasıl istersen."

𝐒𝐏𝐈𝐑𝐈𝐓𝐔𝐀𝐋, 𝘸𝘪𝘻𝘢𝘳𝘥𝘪𝘯𝘨 𝘸𝘰𝘳𝘭𝘥Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin