Karşımdaki mezar taşına baktım.
İşte o gün gelmişti. Anıların tazelendiği, yaraların kabuklarının söküldüğü o gün... Karabasanların rüyalarımdan ibaret olmadığı bir gündü bugün. Onları hissedebiliyordum. Her gece beni uykusuz bırakan, hüngür hüngür ağlatan yaratıklar hemen ardımdaydı. Sıcak solukları enseme vuruyordu. Ben acımın kaynağını ziyaret ederken, o acının köleleri benimleydi.
Ne zaman uyandığımı bilmiyordum. Ne zaman uyuduğumu ise hiç anımsayamıyordum. Iona, bana çekine çekine iyi geceler dilediğinde başımı aşağı yukarı salladığımı hatırlıyordum en son. Yatakhanedeki pencerenin önünde... Hiçbir şey düşünmemiştim. Belki de her şeyi düşünmüştüm. Koca bir boşluk vardı içimde, büyümeyen ama bir türlü kaybolmayan. O boşluğun ipleri eline aldığı koca bir gece geçirmiştim. Soğuk dolayısıyla buz kesmiş bedenim, titreyecek mecale bile sahip değilken... Saate bakmamıştım. Gece yarısını çoktan geçmişti neticede.
Aşina olduğum baykuş ötüşleriyle doğrulmuştum. Tam olarak ne düşünmüştüm bilmiyordum ama okul üniformamı, bir an bile duraklamadan giymiştim. Derse girecek değildim ki... Çorap giymekle uğraşmamış, eteğimi çıplak bacaklarımın üzerine giymiş, gömleğimin tüm düğmelerini iliklemiş ve kravatımı bir başarıyla düğümlemiştim. Baykuş ötüşleri eşliğinde, usul usul çıkmıştım yatakhanemden. Koridorlarda yürürken, uyanık olan hiçbir tablo nereye gittiğimi sormamıştı bana... Hepsi gözlerimin içine bakarak susmuştu.
Asamı usulca salladım. Ucundan dökülmeye başladı su damlacıkları. Acele etmedim. Bugün itibariyle tam bir yıl evvel diktiğim krizantemleri, ağır ağır sulamaya koyuldum.
Buraya geldiğimde güneş, ancak doğuyordu. Gökyüzü henüz koyu bir mavideydi. Hava nasıldı, bilmiyordum. İlk çıktığımda tüylerim diken diken olmuştu fakat dün yağan karın üzerinde otururken, soğuğu hissedemiyordum. Damarlarım alev alevdi. Onları koparıp atmayı arzulayacağım kadar... Çiçeklerin, yeterince su içtiklerine kanaat getirdiğimde asamı eteğimin beline sıkıştırdım. Parmaklarım, düşüncelerimden bağımsızca yapraklarına uzandı krizantemlerin. Konuşmadım. Suskunluğum yeterdi çiçeklere... Yumuşak yaprakları, canlarını yakmamaya özen göstererek okşadı baş parmağım.
Ne diyecektim ki? Ağabeyim duymadığı sürece, konuşmanın bir anlamı yoktu. Düşüncelerime söz geçirebilsem, düşünmeye de bir son verirdim. O bilmedikten sonra... O görmedikten sonra... Onun takdir eden gülüşü olmadıktan sonra her şey lüzumsuzdu. Yutkundum. Boğazım düğümlenmemişti, hayır. Normal bir yutkunuştu. Her canlınınki gibi... Ağabeyim burada değildi. Zaten seçme şansı olsa, burada olmayı seçmezdi o.
Mezarlıklar... Mezarlıklar, kasvetliydi. Ama perili demek doğru olmazdı. Birçok kişi mezarlıkların perili olduğunu, ölenlerin ruhunun ortalıkta dolaştığını düşünür; soğukluğu ve ürkütücülüğü buna yorardı. Tam aksi değil miydi ki? Ruhlardan en yoksun yerlerdi mezarlıklar. Bir zamanlar yaşam olduğuna dair kanıt bulmak, mezarlıkta güçtü. Ne diri ne de ölü, mezarlıkta olmak istemezdi. İşte bu yüzden soğuktu mezarlıklar... Cansızdı. Mezarlıklar boştu. Yaşamla ölüm arasındaki dengeden yoksundu.
Asamı bir kez daha çekerek, sessizce salladım. Mezar taşının üzerindeki lekelerden arınarak parıl parıl olmasını izledim. Bir yıldır burada değilmişçesine, henüz yepyeniymişçesine parladı mezar taşı. Benim için hep yeni olacaktı.
Öne uzandım. Parmaklarım, titremeden ağabeyimin adının üzerinde dans etti. Nathaniel Venenum... Gözlerim dahi dolmadan baktım mezar taşına. Onun burada olmadığını bilerek baktım. Daha mutlu olduğuna emindim. Bir kez daha okşadım taşı. Acaba ebeveynlerim, bugünün, biricik oğullarının ölüm yıldönümü olduğunu anımsarlar mıydı? İşlerinden fırsat bulup gelirler miydi buraya? Babam gelmezdi hiç şüphesiz. Büyücülük dünyasına ait bir mezarlığa adımını atmazdı. Annem... Annem hatırlardı. Can verdiği oğlunu hatırlardı. Ama korkardı. Babamın ailesinin konuşmasından korkardı. Üzerindeki gözlerden korkardı. Gelemezdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/336904746-288-k793350.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐒𝐏𝐈𝐑𝐈𝐓𝐔𝐀𝐋, 𝘸𝘪𝘻𝘢𝘳𝘥𝘪𝘯𝘨 𝘸𝘰𝘳𝘭𝘥
Fanfiction"Biz olmasaydık, siz asla olamazdınız." Alevleri ile yerküreyi yıkayan yangın, her yeri kızıla boyuyor... Hâlâ sıcak küller, rüzgârın hıncıyla savrulup dört bir yana dağılıyor... Tabiat anadan gözyaşları dileniyor biçareler. Felaketten geriye kalmış...