"Venenum? Hey, Venenum, duyuyor musun?"
Metalik kan kokusu, burnuma doluyor ve diken diken ediyor tüylerimi... Bir kan birikintisi ortasında uzanan cansız beden, parmaklarımın ucunda... Uğultular, ışıklar, başım dönüyor ve bir çığlık tırmalıyor kulağımı... Kendi çığlığım... Cesedin tanıdık çehresi, midemin kasılmasına sebep oluyor... Genç adamın henüz çıkmış kısa sakallarını okşuyorum, gözündeki morlukta geziyor parmağım... Serzenişim uğultuya karışıyor, cesedin üzerine bir gölge düşüyor ve karanlıktan çıkan karabasan kemikli parmaklarını dudaklarıma bastırıyor...
"Tamam, senin basit bir taşı bile bulacak kabiliyetin olmayabilir."
Parmaklarımı öne uzatarak ağabeyime tutunmaya çalışıyorum lakin görünmez sicimler parmaklarıma dolanıyor... Ben elimi öne uzatıyorum fakat karabasanlarım, ipleri çekiyor... Bir çatırtı doluyor kulağıma, parmaklarım kırılmış... Her şeyi karanlık yutuyor ve genç adamın cesedi kayboluyor... Bedenimi ölü bir soğuk sarmalıyor... Boğazımı saran parmaklar, kendi işaretini kazıyor... Gözyaşlarım kâbusların kahkahalarını besliyor... Karanlığı örtünmüş canavarlar hâlimi zevkten dört köşe izliyor...
"Peki ya sen, Demetrica? Ne yapabiliyorsun?"
İnliyorum... Ellerim bağlı, kollarım bağlı, parmaklarım kırık... Burun deliklerimden içeri akın ediyor metalik kan kokusu... Bu defa daha yoğun, daha ağır... Başımı eğiyorum... Kırılan parmaklarım kan içinde, dizlerim kan içinde, karnım kan içinde... Ağlıyorum, duymuyorlar... İplerimden kurtulamıyorum... İpler boğazıma dolanıyor, hıçkırıklarım arasında kulağıma bir ses ulaşıyor... Ağabeyim ağlıyor, kan içindeki bedeni ona ihanet ediyor... İniltisi kulağıma ulaşıyor... Karabasanlarım gözlerimi bağlıyor, kemiklerimi kırıyor... Kâbuslarım bir kahkaha olup nefesimi tıkıyor... Bir fısıltı, yüreğimi parçalıyor...
"Aş artık şunu."
"Demetrica!"
Yattığım yatakta, irkilerek sıçradım ve başımı döndürecek bir hızla oturur pozisyona geçtim. Kalbim, kaburgalarımın arasından fırlayacak kadar hızla atıyor; nabzım bileklerimi dövüyordu. Kan ter içerisindeydim, nefes nefeseydim ve soluklarım kontrol edemediğim bir biçimde hırıltılıydı. Göz kapaklarım titreşiyordu. Burnuma tanıdık fakat rüyamdakinin aksine metalik olmayan bir koku dolarken kesik bir nefes verip, korka korka araladım göz kapaklarımı.
Ethan, yumruk yaptığı ellerini yatağımın her iki yanına bastırarak bana doğru eğilmişti hafifçe. Oturur pozisyona, onun beklemediği bir anda geçtiğim için çehrelerimiz fazlasıyla yakındı fakat beni şaşırtan, bundan ziyade yüzündeki ifadeydi. Boğazımdaki yumruyu gönderme amaçlı yutkunurken, bana adımla seslenen en son kişinin de o olduğunu anladım. Ne de olsa, yanımda kalacak tek kişinin kuzenim değil de o olmasını yeğleyen de bendim.
Gözlerimi açtığımı görmüştü ancak bedenim tir tir titrerken hâlâ yüzümü incelemeye devam ediyordu. Uzun kirpikleri ardındaki, rengi açılmış kahvelerinin çehremde gezindiğini hissettim. Sıcak nefesi yüzüme vurdu ancak aldıramayacak kadar etkisindeydim gördüğüm kâbusun. Kemikli parmaklar boğazımı sararken hissettiğim o korku hâlâ aksediyordu. Alnımdan, şakaklarıma ter damlaları süzülüyordu ve göğsüm hızlı hızlı inip kalkıyordu.
Gözleri kirpiklerime kayarken yutkundu ve şakağıma yapışmış kumral bir saç tutamını işaret parmağının eklemiyle geriye ittirdi. "İyi misin?"
Yüzündeki ifadeyi anlamlandıramıyordum. Kaygılı desem, tam uymayacakmış gibiydi. Bakışları çok yoğundu. Çenesini sıkıyordu. Gözbebekleri, hiç kimseden beklemeyeceğim bir hızla yüzümü okuyordu — evet, gözlerini aynen bir roman sayfasındaki satırlarda gezdirircesine gezdiriyordu yüzümde. Aklıma, kâbusumdaki korkunç sesler geldiğinde yüzümü buruşturdum. Başımda da silik bir ağrı baş göstermişti şimdi. "Ben... İyiyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐒𝐏𝐈𝐑𝐈𝐓𝐔𝐀𝐋, 𝘸𝘪𝘻𝘢𝘳𝘥𝘪𝘯𝘨 𝘸𝘰𝘳𝘭𝘥
Fanfiction"Biz olmasaydık, siz asla olamazdınız." Alevleri ile yerküreyi yıkayan yangın, her yeri kızıla boyuyor... Hâlâ sıcak küller, rüzgârın hıncıyla savrulup dört bir yana dağılıyor... Tabiat anadan gözyaşları dileniyor biçareler. Felaketten geriye kalmış...