"Keşke yastığımı getirseydim."
Sihir Tarihi sınıfına girerken yüzümü sıkıntıyla ekşitmekten kendimi alamadım. Sınıf göğsümü darlayacak ve âdeta astım sorunum varmış gibi hissettirecek kadar havasız ve son derece basıktı, tüm bunlar yetmezmiş gibi, öğrencilerin en ufak hareketinde bile bir tufana evrilerek uçuşan tozları görebiliyordum. Son dakikada yetişmiş olmalıydık çünkü Profesör Frost henüz gelmemişti. Adamın, kendisiyle aynı anda gelenleri bile kapıdan içeriye sokmama huyu vardı. Kendi kurallarına körü körüne bağlı biriydi.
Kısa boyu Iona'ya derslerde biraz işkence ettiğinden, sınıfa doluşanlara fırsat vermeden, önlerde bir sıraya çöküverdim. Nadide ve az bulunur meziyetlerimden biri olan çevikliğimi ancak bu gibi durumlarda, arkadaşlarımın faydasına, kullanabiliyordum. Omzundaki çantayı indiren pembe saçlı arkadaşım yanıma otururken Alex ile Cynthia da hemen arkamızdaki sıraya yerleşiverdiler — sınıftaki hiç kimse o masaya oturmamıştı, bunu bizim daima birlikte oturduğumuzu bildiklerinden mi yapıyorlardı yoksa şansımız her seferinde yaver mi gidiyordu henüz çözebilmiş değildim. Sırtımı sol tarafımdaki duvara vererek hem arka sırayı hem de kara tahtayı görebileceğim pozisyonda oturdum; bu, Sihir Tarihi derslerinde edindiğim bir alışkanlıktı.
Sihir Tarihi'nin Hogwarts'ın en sıkıcı dersleri arasında -ki bu epey kıyasıya bir mücadele olurdu- ilk üçe girme ve hatta birinci olma potansiyeli olmasının yanı sıra, Profesör Frost'un zaman zaman fazlasıyla dışa vuran uyuşukluğu ve bazen de sinek vızıltısı gibi çıkan sesi öğrencilere hatrı sayılır miktarda işkence ediyordu. Tarihi sevdiğimi, en azından dinlerken zevk aldığımı söyleyebilirdim lakin ne yazık ki Sihir Tarihi dersinde zevk almıyordum, üstelik konular genellikle ilgimi çekiyor olsa da.
Şak!
Oturduğum yerde sıçrarken, gerçekten de kalçamın sandalyeden birkaç santim havalandığını hissettim. Kalbim, bu ansızın çıkan gürültü kulağıma ulaşır ulaşmaz adrenalini damarlarıma pompalamaya başlarken; iri iri açtığım ela gözlerim sesin geldiği yöne, yani kara tahtadan tarafa çevrilmişti. Profesör Frost'tu bu sesi çıkaran. Ortalama bir asaya göre uzun olan, akasya ağacından asasını sertçe tahtaya vurmuştu. İşaret ettiği eski, tozlu kara tahtada kocaman ve orantısız harflerle '1289 Uluslararası Büyücü Kongresi' yazıyordu.
Bu uzun asayı sol eliyle tutarken, asanın diğer ucunu boşta olan elinin avucuna gömüp baygın bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Muhtemelen tüm öğrencilerin dikkatini topladığından emin olmak için, belki de sadece dramatik olmak için birkaç saniye beklerken; tüyler ürpertici bir şekilde duruyordu omuzları. Seyrek olan birkaç tel saçına açık teni ve açık tondaki gözleri eklenince ise bu, iyice rahatsız edici bir görüntü çıkıyordu ortaya. Yüzümü ekşitmemek adına yanaklarımı usulca ısırırken arkamdan, aynı benim gibi dehşete düşmüş sesiyle fısıldayan Alex'i işittim. "Korkudan sabah yediğim hamburgeri kusacaktım."
Bunu duyduğumda, yüzümdeki şaşkınlık yerini iğrentiye bırakmıştı. Hamburger mi? Şaka yapıyor olmalıydı. Kavisli kaşlarımı kaldırarak, saklamadığım iğrenti ifademi çevirdim ona. Aynı onun az evvel yaptığı gibi, dudaklarımı dikkat çekmeyecek kadar hafifçe hareket ettirip, neredeyse duyulmayacak kadar kısık tonda bir fısıltıyla konuştum. "Sabah hamburger mi yedin?"
"1289 Uluslararası Büyücü Kongresi'ni zaten ikinci senenizde, çeşitli ana başlıklar altında yüzeysel bir şekilde işlemiştiniz." diye başladı Profesör Frost hep aynı tonda tuttuğu tekdüze, ifadesiz sesiyle. Bakışlarımı yeniden, başımı değil de gözlerimi hareket ettirerek profesöre çevirdim. Fazlasıyla ilgimi çeken bir konu değildi lakin Profesör Frost'un derslerinde başka şeylerle ilgilenmek pek mümkün olmuyordu zira adam o kadar kısık sesle konuşuyordu ki onu işitmek için, iğne atılsa sesinin duyulabileceği bir sessizlik gerekliydi. "Önemini, katılımcılarını özetle biliyordunuz. Ancak bu sene, çok daha detaylı şekilde yeniden işleyeceğiz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝐒𝐏𝐈𝐑𝐈𝐓𝐔𝐀𝐋, 𝘸𝘪𝘻𝘢𝘳𝘥𝘪𝘯𝘨 𝘸𝘰𝘳𝘭𝘥
Fanfiction"Biz olmasaydık, siz asla olamazdınız." Alevleri ile yerküreyi yıkayan yangın, her yeri kızıla boyuyor... Hâlâ sıcak küller, rüzgârın hıncıyla savrulup dört bir yana dağılıyor... Tabiat anadan gözyaşları dileniyor biçareler. Felaketten geriye kalmış...