-30

10 2 0
                                    

Ufak adımlarla Büyük Salon'dan içeriye girdim.

İyi hissediyordum. Saçma bir iyiydi bu, neşeli bir iyiydi. Normal değildi. Bilmiyordum, belki de alkolü henüz damarlarımdan atamamıştım. Ama ne olursa olsun... Şikâyetçi değildim. İyi olmayı, neşeli olmayı özlemiştim. Üzerine düşünmedim. Gözlerimi, kahvaltının bitmesine on beş dakika kaldığı için neredeyse boş denebilecek salonda gezdirdim. Hufflepuff masasında bir kalabalık yaratan arkadaşlarım hemencecik gözüme çarpıvermişti.

Herkes oradaydı... Ethan bile. Garipsedim. Daha önce hiç tam takım beraber oturmamış, beraber bir şeyler yememiştik. Iona'nın keyifsiz ifadesini takındığı dikkatimi çekti. Cynthia'nın anormal durgunluğu, Cyrus'un bile neşesizliği... Ethan tabii ki ifadesizliğini koruyordu ve Alexander'ın anlam veremediğimiz boş bakışları sürüyordu. Omuz silktim ve bugün, Tanrı'nın onların neşesini de bana verdiğini düşündüm. Hemencecik o tarafa ilerledim.

Astronomi Kulesi'nde, kulaklarımı dahi zonklatan bir baş ağrısıyla uyanmıştım ama bunu kendime dert edinmemiştim. Asamı sallayarak ortalıktaki cam şişeleri toplamış, yarısına kadar açık olan gömleğimin düğmelerini -bazıları yamuk olsa da- iliklemiş ve oradan çıkmıştım. Baş ağrım için Madam Mollea'ya uğramıştım ve ağrı alıcı iksiri verirken hiçbir soru sormadığı için hoşnuttum. Lenslerimle uyuduğum için gözlerim acıyordu lakin buna rağmen keyfim, hiç olmadığı kadar iyiydi ve bunu bozacak bir şey olmamıştı henüz.

"Günaydın, günaydın, günaydın ve siz ikinize de günaydın!" diye şakıdım ve Alex ile Iona'nın arasına yerleşebilmek için onların omuzlarına tutunarak bacaklarımı boşluktan geçirdim. Hepsi, ani selamlamamla irkilmişlerdi ama Alex ile Iona, kenara çekilmekte gecikmemişlerdi. Çıplak bacaklarım ahşapla buluştuğunda ayaklarımı, masanın altından üst üste attım. Cynthia'nın gözleri bir anne edasıyla üzerimde gezerken dişlerimi göstererek kocaman gülümsedim. "Ne yapıyorsunuz bakalım?"

Cynthia, Alex ve Iona biraz daha az yansıtsalar da Cyrus'un yüzüne oturmuş, fil büyüklüğündeki şaşkınlığı görebiliyordum. Bu moralimi bozmadı, aksine komik geldi. Zira çok meraklı biriydi ama ağzını bile açmamıştı. "Kahvaltı." diye kısaca yanıtladı, hiç kimsenin konuşmadığını fark eden Ethan. Gülümsemekten yanaklarım ağrırken ona çevirdim neşeyle ışıl ışıl olan yüzümü. Ellerini önünde birleştirmişti, tabağı boştu ve açık kahve gözleri benim üzerimdeydi. Göz göze geldiğimizde, irisleri gülümsememe kaydı. Onun da dudaklarının hafifçe kıvrıldığını ve hoşuna gittiğini gördüm. Bu, sebebini anlamadığım bir şekilde keyfimi ikiye katlamıştı.

"Gel şöyle." dedi Iona, kollarımdan tutup bedenimin yönünü kendine çevirirken. Kaşlarımı kaldırdım ve ona baktım. "Ne oldu?" diye sordum, hâlâ cıvıldayan sesimle. Ne benlikti, ne değildi artık bilmiyordum zira ikisi arasındaki çizgi fazlasıyla silikleşmişti ama bu hâlime alışkın olmadıklarını biliyordum. "Gelirken aynaya baktın mı acaba?" diye sordu Iona, özlediğim sarkastikliğiyle. Güldüm ve başımı iki yana salladım. Yanıtımı beklemeden, yanlış deliklere geçirilmiş düğmeleri açmaya ve düzeltmeye başlamıştı bile. Kahvaltıya geç kaldığım için, tüm profesörler gitmişti.

Düğmelerimi iliklemeyi bitirdikten sonra, boynumdan sarkan kravatımı çevik hareketlerle bağladı ve ufak elleriyle saçlarımı düzeltip kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. Üç yaşındaki bir çocuk gibi güldüm. Onların da gerilen omuzlarının, benim neşeme tanık oldukça gevşediğini görebiliyordum. Endişelenmişlerdi, biliyordum. Endişelenmesinler istiyordum. Gerek yoktu. Başımın çaresine bakıyordum işte. "Bir şey kaçırdım mı?" diye şakıdım, yeniden önüme dönerken. Sırıtışımı gören her birinin dudakları usul usul kıvrılırken kolumu yanımdaki kuzenimin omzuna atıp, boş bakışlarına aldırmadan ona kocaman gülümsedim. Yüzünde minik ve belirsiz olsa da kıvrımlar belirmişti. Kendimden hoşnutça kıpırdandım.

𝐒𝐏𝐈𝐑𝐈𝐓𝐔𝐀𝐋, 𝘸𝘪𝘻𝘢𝘳𝘥𝘪𝘯𝘨 𝘸𝘰𝘳𝘭𝘥Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin